(Tebbet suresinin) arkasından
İhlas suresi geliyor, yani tevhid suresi. Şirkten halas anlamına ihlas diye
anılmış bazı tefsirlerde. Ama muhtevasına uygun olarak bir çok tefsirde de
tevhid suresi denilmiş. Onun için tevhid suresi muhtevasına daha uygun bir
isim. İhlas suresi değil de tevhid suresi olması. Çünkü bugün Türkçe de ihlas
içeriği boşaltılıp daha farklı anlamlara geldiği için artık ilk anlamından
soyutlanmış durumda. Onun için tevhid surenin daha anlamını veren bir isim. 20
ye yakın isim sayılmış bu sure hakkında.
[Ek bilgi; Cüneyd Bağdâdî,
“İhlâs, kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın.
Şeytan ona muttali olamaz ki ifsad etsin Hevâ ve heves onu fark edemez ki
kendisine meylettirsin.” şeklinde ihlâsı açıklamıştır. (Adil
Öksüz)]
Mekki bir sure tevhid suresi.
Medeni olduğu iddiaları da var sebebi nüzüle bağlı olarak tabii bunlar. Tabii
ki yanlış. Çünkü bu sure Kur’an da Allah’ı anlama, bilme ve tanımak için tabir
caizse rabbimizin kart viziti hüviyetinde. Sen kimsin ya rabbi diye sorana, ben
buyum diyen bir sure. Kul HUvAllâhu Ehad onun için ilahi bir kartvizit
mesabesinde.
Kur’an da mesela Ayet el kürsi; Allâhu lâ ilâhe illâ HÛ*
elHayy'ül Kayyûm. (Bakara/255) böyle ayetler var Allah’tan bahseden. Kur’an
ın zirvesi Allah’tan bahseden ayetler ve surelerdir. Neden? Çünkü kelamın
zirvesi, varlığın zirvesi olan Allah’tan bahseden yerlerdir. Onun için ilahi
kelamın zirvesiyle karşı karşıyayız şu anda.
Tevhid
suresi kelime-i Tevhidin tefsiridir. 6 cümleden oluşur, 6 cümle, hepsi bu. 3
cümlesi olumlu, 3 cümlesi olumsuz. Adeta lâ ilâhe, illallah. Olumsuzlar lâ
ilâhe nin tefsiri, olumlularsa illallah dır nefiy ve ispat. Bu surede lâ ilâhe
illallah ın açılımıdır, şerhidir adeta, tefsiridir yani.
Tevhid;
Allah’ı Allah bilmektir, Allah’ı bir bilmektir. Allah’ı Allah gibi görmektir,
Allah’ı Allah olarak görmektir, Allah’a Allah olara inanmaktır, Allah’ın % de %
Allah olduğuna tüm kalbiyle, tüm kalıbıyla, tüm hücreleriyle kani olmaktır.
Tevhid her
şeyin bir şeyle, ve o bir şeyin her şeyle ilişkisini keşfetmektir.
Tevhid
Allah’ın Allah olduğunu ve Allah’a sadece Allah’lık düştüğünü, Allah
dışındakilerin de tek görevinin O’na kul olmak olduğunu bilmektir. Yani Allah
dışında ki her şey mahlûkattır, mahlûka düşen O’na teslimiyettir, bunu
bilmektir.
Hz.
Peygamber bu sure Kur’an ın 1/3 üne denktir buyuruyor tevhid suresi için. Kul HUvAllâhu Ehad
için. Buhari ve Müslüm naklediyor bu hadisi. Bu hadiste ifade edilen 1/3 üne
denklik, konusu ile alakalı. Çünkü Kur’an 3 konudan müteşekkil; Tevhid,
nübüvvet, mead. Mead ahiret demek. Kur’an ın tüm ayetlerini tasnif edin bu 3
başlık altında toplayabilirsiniz. İşte Kur’an ın 1/3 ne denk olması aslında
konusuyla alakalıdır, mevzu ile alakalıdır. Kur’an ın 1/3 ü nasıl tevhid ile
alakalı ise bu sure de işte o 1/3 le alakalıdır. 1/3 ne denktir manası budur.
Bu hadisten yola çıkarak Anadolu
da saf Anadolu ihtiyarları şöyle bir anlayış geliştirmişlerdir. Aslında bu
anlayışın bu hadisi doğru anlamak olmadığı bir aşikar. Fakat yine de hoş bir
nükte olduğu için ben onun içinde ince bir güzellikte seziyorum. Kur’an okumayı
bilmeyen ihtiyarlar her sayfayı açar ellerinde ki çöple sayfaların satırların
altını okuyormuş gibi gezdirerek her sayfaya 3 ihlas, 3 tevhid suresi okurlar.
Yani üçte birine denktir hadisinin farklı bir anlayışı desek yeridir galiba.
Bilmeyene sen bilmiyorsun, Kur’an dan mahrum kal demek yerine bu da bir bir
şeydir demek lazım. Gerçekten Anadolu da ki cahil insanların bile irfanını bu çerçeve
de görmek lazım.
Bütünüyle Allah’ı konu alan tek
sure demiştim. Tevhid ilmi ilimlerin en yücesidir. Dolayısıyla bu sure de
surelerin en yücesidir. Bilginin en yücesi Allah hakkında ki bilgidir. Onun
için bu sure de bize Allah hakkında bilgi vermektedir. En güzel hakkında en
güzel haber veren en güzel kelamın en güzel suresidir desek yeridir.
Hz. Peygamber sabah namazının
önünde kıldığı nafileler sırasında bu sureyi Kâfirun suresi ile eşleştirmiş ki
kâfirun suresi ile bu sure arasında ilginç bir bakışımlılık var. Kâfirun suresi
tabir caizse lâ ilahe, bu sure de illallah. yani nefiy ve ispat. Olumsuzlama ve
olumlama, süpürme ve inşa etme. Enkaz kaldırma ve yerine tevhid binasını inşa
etme manasına gelir ikisi birden. Onun için Allah resulü sabah namazının önünde
kıldığı nafile sırasında 1. rekatta kafirun, 2. rekatta ihlas surelerini
okurlarmış. Şimdi bu girizgâhtan sonra suremize geçebiliriz.
Taşlanmış, kovulmuş mel’un
matrud, şeytan ve şeytansıların, şeytani güdü, şeytani vesvese, şeytani her tür
duygu, düşünce ve insan duygusunu karıştırıp zehirleyen her tür dış ve iç
etkenden Allah’a sığınırım.
Rahman, rahim olan Allah adına
okurum bu ilahi bildiriyi. O’ndan geldiğini bilirim, O’ndan gelen bildiriye
nasıl muamele edilecekse ben de öyle muamele edeceğime söz veririm.
1-) Kul HUvAllâhu Ehad;
De ki:
"HÛ Allâh EHAD'dır! (son - sınır kavramsız
TEK'tir)" (A.Hulusi)
1 - De,
o: Allah tek bir (ehad) dir. (Elmalı)
Kul HUvAllâhu Ehad De ki; O
Allah’tır. Kul Huve; de ki O
Allah’u; Allah’tır. Öncelikle HuvAllahu
yu bir müstakil cümle olarak alabiliriz. Mübteda, haber. Yani O Allah’tır.
Huve; mübteda, Allah haber. Bu manada Kul geliyor başına. Aslında Kul süz de
okuyabilirdik HuvAllahul Ehad diye
de gelebilirdi. Neden kul ile geliyor? Haberden inşaya taşınıyor. Arap dili
belağatında cümle ikidir. Haber cümlesi, inşa cümlesi. Haber cümlesi haber
verir, inşa cümlesi inşa eder. Burada eğer Kul süz okusaydık haber cümlesiydi.
O Allah’tır, veya O Allah bir tektir, tek birdir. Bu bir haber, ama kul ile
birlikte inşaya taşındı.
İnşaya taşınmak ne demek? İlahi
kelam ilahi bir inşadır, inşa projesidir. Ey muhatap dikkat et ben seni inşa
edeceğim demektir. Yani vahiy bir usta, insan bir çırak. Vahit bir usta, daha
doğrusu insan bir malzeme. Vahiy ustası insan malzemesini eline alacak,
yoğuracak ve onunla bir insan çıkaracak ortaya, beşerden insan. Allah insanı
vahiy ustasının eliyle terbiye edecek. Onun için vahyin Kur’an da kullanılan
tüm sıfatları ismi fail, hem de mübalağa ile ismi fail veznindedir. Nedir?
Keriym, meciyd. Bakınız, kitabun keriym. Evet Kur’an un meciyd. Mecid Kur’an,
keriym kitap. Bunlar mübalağa ile ismi fail formlarıdır. Yani aşırı özne. Ben
özneyim, hem de senin her tarafını inşa ederim. Aklını, tasavvurunu, dünyanı
her tarafını inşa ederim. Bakışını duyuşunu, görüşünü.
Evet, Kul işte budur. HuvAllah; O
Allah’tır, bir tekdir, tüm sıfatlar Allah’a döner. İnne lillahi tisbun ve
tis’iyne ismen Allah’ın doksan dokuz ismi vardır fe men ahsaha fekad dehalel
cenneh kim bunları yaşarsa, anlarsa ruhuna sindirirse ve hayatına aktarırsa
‘ıhsa bu manaya gelir, yoksa sadece ezberler ve sayarsa değil. Cennete girer,
cennete girdi bilin onu.
Peki isimler sayılıyor mu? hayır
sayılmıyor. İsimleri sayan Tirmizi ve İbn Mace hadisleri maalesef tüm alanının
uzmanlarına göre bu isimler güvenilirlik derecesine aslaulaşamamışlardır. Hatta
bu iki hadis arasında 26 isim birinde olan diğerinde yoktur. İşin ilginci
bunlarda; Kur’an da olan 6 isim de bu hadislerde yoktur. Bunlarda olan 26 isim
de Kur’an da yoktur. Dolayısıyla burada her esma Allah’a döner her sıfat. Fakat
Allah ismi; Allahu keriymun, Allahu aziyzun, Allahu Hâliykun hepsine sıfat
tamlaması olarak, sıfat olarak gelebilir Allah ismine. Fakat Allah ismi sıfat
olmaz. Dolayısıyla her sıfat Allah ismine döner.
Peki Allah isminin kendine
döndüğü bir şey varmıdır? Vardır, işte bu Huve. Huve zamiri, O. Hüvenin aslı
“H” dir “ve” zaiddir. Bu iki formda ortaya çıkar aslında Hüve ma demeyiz mesela
Hüma deriz. Hûûm demeyiz hüm deriz. Çünkü zaiddir, zaid düşer ikil formda ve
çoğulda. Onun için zaiddir “vav” aslı “He” dir. “He”1 bir ses değildir aslında
bir nefestir, ciğerden çıkar. Allah ismi de hiç dudak değmeden kullanılır,
söylenir; Allah. Hatta Lâ ilâhe illallah ta hiç dudak değmez.
Lâ ilâhe illallah. Kapalı
değildir çünkü bu süreç açık bir süreçtir. Allah ismi dilde başlar ciğerde
biter. Allah..! En derinde biter. Dolayısıyla kapalı bir süreç değil açık,
sonsuz bir süreçtir, adeta telaffuzda bile sonsuzluğu ifade eder.
Hüve; He bir ses değil bir
nefestir demiştim “H” aslında canlılığa tekabül eder nefes canlıların
alametidir, canlılar nefes alır. Bir şey nefes alıyorsa hayattadır. Tıpkı bir
canlının nefesi hayatına delalet ettiği gibi Allah’ta varlığın canlılığıdır,
hayatıdır. İşte HuvAllahu; O Allah’tır. Ehad; Tek, bir tek, eşsiz benzersiz
manasına gelir Ehad. Aslında Vahid den farklıdır. Hüviyetinin aynı olan zat
sadece O dur. O’nun hakkı Allah olmaktır, gayrisinin hakkı O’na kul olmaktır.
Bu beyanda tevhid, bürhanda hüviyet, irfanda vahdet manasına gelir. Bunları
açardım ama maalesef zamanım yok. Onun için şimdilik sadece söylemekle
yetineyim.
Hüve; her ismin Allah’a döndüğünü
söyledim tüm ilahi sıfatlar. Allahu Ehad, Allahu Samed, Allahu Keriym, Allahu
Azıym, Allahu Aliym hepsine sıfat olarak getirebilirsiniz Allah’a, ama hepsi
Allah’a döner bu sıfatların. Fakat Allah’ın kendisine döndüğü tek kelime Hüve
zamiridir.
Ehad, Samed’in aksine Allah’tan
başkası Ehad olamayacağı için “El” almamış. Bakınız; Kul HUvAllâhu Ehad “El” Ehad değil,
Ehad. Çünkü Allah’tan başkasına Ehad denilemeyeceği için zaten “El” varmış gibi
algılanır. Onun için Es Samed de “Lâm” ı tarif gelmiş, bunda lam ı tarif
gelmemiş.
Ehad Vahid den farklıdır. Vahid
birden fazla bir olabilir. Fakat Ehad ikincisi olmayan birdir biricik birdir,
bir tek birdir, tek birdir. Sıfatı müşebbehe dir, teklik O’na has demektir,
O’ndan başkası tek olamaz demektir. O’ndan başkası böyle bir sıfatı alamaz
demektir.
[Ek bilgi; “İHLÂS SÛRESİ”NİN
AÇIKLAMASI
Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’a
“ALLÂH nedir?” diye soranlara cevap bizzat “ALLÂH” tarafından veriliyor
Kur’ân-ı Kerîm’de, “İHLÂS” Sûresi’nde:
“De ki, O ALLÂH
AHAD’dır; ALLÂH SAMED’dir; LEM YELİD ve LEM YÛLED’dir; ve LEM YEKÛN LE HÛ
KÜFUVEN, AHAD’dır!”
“Hz. MUHAMMED’İN
açıkladığı ALLÂH”ın ne olduğunu
açıklayan bu sûrede öncelikle, kelimelerin geniş mânâsı üzerinde duralım... Ve
sonra da bu mânâların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye
başlayalım...
“ALLÂH AHAD”dır... Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere
bölünmesi söz konusu olmayan TEK’dir.
Şimdi bu ifadeyi
anlamaya çalışalım:
Şu Dünya üzerinde
normal şartlarda yaşayan her insan, algıladığı mevcudatı beş duyu ile
değerlendirir. Bu yüzden de bütün insanlar arasında ölçü taşı, beş duyudur!..
Bunun sonucu olarak en-boy-derinlik ölçüleri ile kabul ettiğimiz bir evrende yaşadığımızı
düşünürüz...
Bu yüzden de genelde,
kafamızdaki “TANRI” her ne kadar “her yerde mevcut” ise de;
fiiliyatta, belli boyutları ve mekânı olan bir “TANRI”dır!
Oysa...
Bize tarif edilen “ALLÂH”;
bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan, “BİKÜLLİ ŞEY’İN
MUHİYT” yani “Şeyin kendisi olarak şeyi ihâta eden”, sonsuz,
sınırsızdır!..
Burada çok önemli bir
hususu daha açıklığa kavuşturmak isterim...
Esasen bu konuyu da
daha geniş boyutlarıyla “Hz. MUHAMMED NEYİ OKUDU” isimli kitabımızda izah
ettiğimiz için, burada özetle vurgulamak istiyorum...
Türkiye’deki en
mükemmel tefsir olan, Diyanet’in bastırtmış olduğu, Elmalı Hamdi Yazır’ın
hazırladığı, “HAK DİNİ KUR’ÂN DİLİ” isimli 9 ciltlik eserin 1. cilt 42
ve 43. sayfalarında “B” harfinin mânâsıyla ilgili olarak özetle şu bilgi
vardır:
“Eazımı müfessirin diyorlar ki. ‘BA’nın
buradaki mânâyı ilsakı, ya MÜLÂSEBET ve MUSAHEBET veya istianedir... Bu tevile
göre (“B” ile başlayan) besmelenin meâli “ALLÂH’ı Rahmânı Rahiym namına” demek
oluyor ki; bu da “B”de MÜLÂBESE mânâsına râcidir. Bunun
hâsılı, bir niyâbet itirafıdır. Bir işe başlarken , “filan namına” demek,
“ben bunu ona izafeten, ona hilâfeten, onu temsilen, ONUN BİR ALETİ olarak
yapıyorum; bu iş hakikatte benim veya başkasının değil ancak onundur”
demek olur. Bu da vahdet-i vücud mülâhazasına râci bir fenâfillâh hâlidir.”
Bu konuda son devir
çelebilerinden değerli mutasavvıf Ahmed Avni Konuk da Fusûs şerhinde (Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fak. Yay. Cilt 2 Sayfa 191), “B” harfiyle alâkalı
olarak kısaca şöyle der:
“Bİ İBADİHİ’ deki “Ba” mülâbese içindir...
Demek ki, ALLÂH Zü’l-Celâl ibadının kisve-i taayyününe bürünüp zâhir olmuştur”!..
“B” harfinin sırrını açıklayan, bu mânâyı kavrayabildiysek
eğer...
Şimdi bu tanımlamayı
iyi düşünelim...
Cüzlere, zerrelere
bölünüp parçalanması mümkün olmayan “AHAD”, ya sonlu sınırlı bir
“Bir”dir; ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır(!); ya da
sonsuz, sınırsız, cüzlere ayrılmaz TEK’tir ki, bu takdirde de ancak ve
sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece “KENDİSİ” mevcuttur!
“AHAD” olan “ALLÂH” ismiyle işaret edilen dışında ve yanı
sıra herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa,
sonra da izan ve insafa sığmaz!
Düşünelim...
Şayet “ALLÂH İsmiyle
İşaret Edilen”den ayrı, “ALLÂH”ın dışında bir varlık var ise...
Bu varlık ile “ALLÂH” arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede
çizeceksiniz?..
Ya var olan, mevcut,
sınırsız-sonsuz TEK’tir, ikinci bir varlık
yoktur!..
Ya da sınırlı sonlu,
evrenin içinde bir yerde veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir TANRI
mevcuttur(!)?..
Burada idrak edilmesi
en önemli olan şey, “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır.
Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk”
kavramını en-boy derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya
çalışalım... (Ahmed Hulusi “İHLÂS SÛRESİ”NİN
AÇIKLAMASI)]
2-) Allâhus Samed;
"Allâh
SAMED'dir (Som, kendisine bir şey eklenmesi, genişlemesi ya da kendisinden bir
şey açığa çıkması söz konusu olmayan);" (A.Hulusi)
2 - Allah,
o eksiksiz sameddir. (Elmalı)
Allâhus Samed; Allah ikinci defa
gelmiş bu cümlede, Ehad ile Samed in ikisinin de ayrı ayrı manalara delalet
ettiğini gösterir Allah’ın 2. kez gelmesi. Yoksa Kul HUvAllâhu Ehad, ves Samed
gelebilirdi. VeHüves Samed gelebilirdi, Ama Allâhus Samed gelmiş. İkinci defa
gelmesi ikisinin de ayrı ayrı anlam alanına delalet eder.
Es Samed; Ben bunu hiçbir dile
tercüme edilemeyeceği kanaatindeyim Es Samed’in. Onun için mealimde de
Türkçe’ye çevirirken çevirmedim Allah Samed dir dedim ondan sonra altına
kocaman bir dip not düştüm. O kadar çok manası var ki; Her şey kendisine muhtaç
olan, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan. Dahası; İlk sebep ve son gaye olan,
dahası eksilmeyen ve artmayan, dahası evrenin mutlak sahibi olan ve kendisine
sahip olunamayan. Yani dahası mutlak ve mükemmel olan tek varlık.
Samd; som kayaya, yek blok kayaya
denir. Monoblok, tek parça kayaya. Kocaman böyle yekpare bir kaya. Hiçbir şey
ondan hiçbir şey, rüzgâr, yağmur aşındıramaz, öyle bir kaya. Aslında savm;
İştikak-ı ekbere göre 2 harfi bu kökten Sa me de. Sad ve mim iki harf bu
kökten. İştikak-ı ekber de savm bu alana girer. Niçin savm denmiş? Boğazı
kapalı olduğu için. Summun; kulağı kapalı olup işitmeyene denir, kulağı kapalı
olmaktır. Samt ağzı kapalı olana denilir. Yani söz söyleyemeyen, konuşamayan,
otistik. Samid; Altın ve gümüşe denir.
Bütün bunları niye saydım? Allah;
hiçbir şey içine girmez, hiçbir şey çıkmaz. Bu tevhidin bir parçasıdır. İşte
falanın içine tanrı girdi veya falan tanrının içine girdi. Falan tanrının bir
parçasıdır. Feşmekan tanrıdan bir parçadır, falan tanrının oğludur (Haşa) falan
tanrının anasıdır (haşa). Bütün bu şirk türlerinin hepsini reddetmek için Samed
kullanılır. O’ndan hiçbir şey çıkmaz, O’na hiçbir şey girmez. Onun için bu gibi
iddialar küfürdür, şirktir.
Pantezim ve panteizme benzer her
tür düşünce, vahded-i vücudun panteizm şeklinde yorumlanışının her türü
şirktir. Allah’ın Samed ismine aykırıdır. Hiçbir şey girmez, hiçbir şey çıkmaz.
Onun için O Hâlık’tır, O’ndan gerisi mahlûktur. Mahlûku Hâlık, Hâlık ı mahlûk
görmek küfürdür. Hâlık Hâlıktır, mahlûk mahlûktur. Hâlık yaratandır, mahlûk
yaratılandır. Hâlık kendisine kul olunandır, mahlûk ise O’na kul olmaktan başka
görevi olmayandır. Mahlûka düşen O’na kul olmaktır. Allâhus Samed budur.
3-) Lem yelid ve lem yûled;
"Doğurmamış
ve doğurulmamıştır; (kendisinden varolmuş meydana gelmiş ikinci bir yapı yoktur
ve kendisini var eden de yoktur)" (A.Hulusi)
3 - Doğurmadı
ve doğurulmadı. (Elmalı)
Lem yelid ve lem yûled O doğurmamış
ve doğurulmamıştır. Yani zımnen aslında Hıristiyanların şirkini, Yahudilerin
Üzeyr üzerinden şirkini, uzak doğu dinlerinin kirişna, vişnu ve Brahma dan
oluşan teslisini, eski Mısır’ın isis, osiris ve horus üçlemesini ve Zerdüştizmin
ahuramazda ve Ehrimen. İyilik ve kötülük tanrısı tesniyesini ve daha burada
sayamadığım tüm dünya da ki inanç sistemlerinin tevhide aykırı tüm boyutlarını
reddeder bu ayet, bu cümle. Lem yelid ve lem yûled O doğurmadı, doğurulmadı.
Baba ve anne olmadı. Ne baba oldu, ne anne oldu, ne evlat oldu (haşa) hiçbiri
olmadı. Tüm tesnisleri ve tesniyeleri reddeden bir tevhid ilkesidir bu ayet.
4-) Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad;
"O'na
hiçbir küfuv (denk) olmadı! (hiçbir düşünülen
O'na denk özellikler açığa çıkaramaz.)"
(A.Hulusi)
4 - Ona
bir küfüv de olmadı. (Elmalı)
Ve lem yekün leHÛ küfüven ehad ve
hiçbir şey O’na asla denk ve benzer olmadı. Aslında bu ayeti en güzel tefsir
eden Kur’an ayeti leyse
kemisliHİ şeyun. (Şûrâ/11) hiçbir şey O’nun eşi benzeri dengi gibi olmadı
ayetidir. Onun için bunu tefsir sadedinde şu cümleyi sarf etmem gerçekten tam
yerinde olur. Her ne ki aklına geliyor, o Allah değildir. Çünkü akıl sınırlı
kapasitesiyle sınırsız ve sonsuz varlığı kuşatamaz.
Ziya paşa ne
diyordu?
İdraki meali
bu küçük akla gerekmez,
Zira bu
terazi bu kadar sıkleti çekmez.
Yani Allah’ı zatıyla idrak etmek
bu küçük akla gerekmez. Çünkü bu terazi bu kadar ağırlığı çekmez.
Ne diyordu Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ömer? 1. mısra ona, 2. mısra Hz. Ömer’e aittir çok ilginç çok muhteşem bir
ifade;
El aczü an derkil idraki, idrakün, O’nu idrak etmekten aciz
olduğunu itiraf etmek, O’nu idrak etmektir. Yani Allah’ı idrak etmek Allah’ın
idrakten aciz olduğunu bilmektir.
Vel bahsü an sırri zatillahi işrakün.
Hz. Ömer de bunu ekliyor. Hz. Ebu Bekir’in o mısraının arkasına. Allah’ın
zatının sırrını araştırmakta şirktir. O’nun zatını hiçbir akıl kavrayamaz.
Peki nasıl
kavrayabiliriz? O’nun sıfatlarını kavrayabiliriz. Sıfatlarından yola çıkarak,
varlıktan yola çıkarak onu kavrayabiliriz. Çünkü varlık O’nun sıfatlarının tecellisidir.
Varlık O’nu gösteren bir işaret parmağıdır. Varlığa bakarak, parmağa bakarak
gösterdiği yeri görürüz. O zaman anlarız ki san’at ortada ise bir sanatkâr var.
Ortada fiil varsa bir fail var, ortada eser varsa bir müessir vardır.
Müessirsiz eser olmaz, failsiz fiil olmaz, sanatkârsız sanat olmaz. O zaman
anlarız.
Onun için O niçin
görünmez demişler? Cevap vermişler: Zuhurunun şiddetinden, varlığının
şiddetinden göze görünmez. Tıpkı aşırı ışığın gözü kör ettiği gibi demişler.
Nasıl izah edersek edelim yine söz tükenir yine zihin tavana vurur, aklın nutku
durur, sözlerin nabzı tutulur ve yine biz onu tarif edemeyiz. Çünkü Allah deyip
de titremeyen olur mu? Allah hakkında konuşan eğer ne hakkında konuştuğunu
biliyorsa titrer, biz de titreriz, titrememiz gerek. Fakat titreyerek yine de
konuşuruz. Bize bu cesareti ancak vahiy verebilir.
Rabbim nebi’nin
duasını biz de ediyoruz. Bize seni anlama kabiliyeti bahşet, bize seni tanıma
kabiliyeti bahşet. İlahi erinel eşya kenahi. İlahi bize eşyanın hakikatini
göster. Ya rabbi sen neye layıksan seni layık olduğun şekilde bilelim, seni
neden münezzeh kılmamız gerekiyorsa seni ondan tenzih edelim. Ya rabbi seni
bilemeyeceğimizi bilmek seni bilmektir. Zatını bilemeyiz, fakat varlık sana bir
atıftır. Ya rabbi bize nasıl bilmemizi istiyorsan kendini öyle bildir, öyle
duyur, öyle anlat. Amin..!
Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil
alemiyn
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamd’adır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder