Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin
ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Tâhâ
25-26-27-28)
Rabbim göğsüme genişlik ver
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Amin, amin, amin..!
Değerli Kur’an dostları bugün
dersimize Maun suresinin tefsiri ile başlayacağız inşaAllah. Maun suresi
elimizde ki mushafta 107. sırada bulunda da nüzul sıralamasında, iniş
tertiplerinde 17. sırada yer alan bir sure. Yani hayli önceki yıllara ait, ilk
yıllara ait bir sure. Maun suresi adını son ayetinden alıyor maun sadece bu
kalıpla sadece burada kullanılıyor. Kullanıldığı tek yer surenin 1. ayeti.
Buhari sureyi Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn
şeklinde ya da Eraeyte şeklinde isimlendirmiş, öyle anmış. Hatta başka
isimlerde söylemişler bu sure için. Yani kaynaklarımızda ki tüm
isimlendirmeleri sayarsak altıya kadar çıkar maun suresinin ismi.
[Ek bilgi; Nüzül sebebi;
Maverdî, bu ayetin Ebû Cehil
hakkında nazil olduğunu nakletmiştir. Rivayet olunduğuna göre Ebû Cehil, bir
yetimin vasîsi idi. Derken, bu yetim, Ebû Cehil'e, kendi malından bir şey
istemek için, çıplak olarak gelmişti. Ama Ebû Cehil, onu kovmuş ve onun bu
durumuna aldırmamıştı.
Derken bu çocuk, ümitsizliğe
kapılmış ve üzülmüştü. Bunun üzerine, Kureyş'in ileri gelenlerinden birisi ona,
"Muhammed'e söyle, o senin için şefaatçi olur" dedi. Halbuki bunu
söyleyen Kureyşlinin maksadı alay etmekti. Fakat, o yetim çocuk, bu sözün
kendisine, alay için söylendiğini anlayamadı. Hz. Peygamber (s.a.s)'e geldi ve
ondan bu hususta yardım istedi.
Hz. Peygamber (s.a.s) ise,
hiçbir muhtaç geriye çevirmezdi. Bu çocuğu alıp, Ebû Cehil'e gitti. Ebû Cehil,
ona yer verdi; çocuğun malını da, çocuğa teslim etti. Bunun üzerine Kureyş, onu
ayıplayarak, "Aşık oldun, sevdin, yer verdin!.." deyince, o,
"Allah'a yemin ederim ki, sevmedim. Ne var ki, onun sağında ve solunda,
dediğini yerine getirmem halinde bana vurup beni öldürecek olan bir mızrak
gördüm..." dedi. İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre bu ayet, cimrilikle
riyakarlığı birlikte yaşayan bir münafık hakkında nazil olmuştur. (F.
Razi-Tefsir-i Kebir)]
Maun suresi Mekki bir sure
olduğunu başta söyledim Tekasür suresi ile kâfirun suresi arasına
yerleştirmişler ilk tertipler. Hatta bunun dışında bir görüş daha var ki 1- 3.
ayetler arası Mekki, 4-7 ayetler arası da Medenidir diyenler olmuş. Bunu
söyleyenler 4. ayette ki Musalliyn e, yani salât ederler manasına gelen
Musalliyn e namaz kılarlar manası yükledikleri, şer’i namaz manası yükledikleri
için böyle demişler.
Hani namaz daha bu ayetlerin
indiği dönemde şer’i olarak 5 vakit emir buyrulmamıştı. Dolayısıyla bu olsa
olsa Medenidir demişler, fakat tabii bu doğru değil, asla isabetli değil. Çünkü
sure Eraeytelleziy
yükezzibü Bid diyn dini yalanlayan kimseye baksana bir diye
başlıyor. Dini yalanlayan kimse hakkında bu sure. Dini yalanlayan kimsenin
tipolojisini çiziyor. Dolayısıyla sure müşrikler hakkında bir tipoloji çiziyor.
Onun içinde bu tipin namazından söz edemeyiz ki.
Peki neden böyle bir yanlış
anlamaya meydan veriliyor? Bunun sebebi Kur’an da ki bazı kelimelerin tek
anlamlı olduğunu düşünmek ve onlara nerede görülürse görülsün hep aynı anlamı
yüklemek. İşte salât da bu kelimelerden biri, belki birincisi.
Kur’an da görülen her salâtın
namaz, hem de şer’i namaz, bizim bildiğimiz ve kıldığımız manada. Şer’i namaz
diye anladığımız da bu tür problemler kaçınılmaz oluyor ve anlaşılmaz hale
geliyor Kur’an pasajları. Oysa ki Kur’an da namaz birçok manada kullanılıyor,
gerçek bir çok anlamlı kavram olarak yer alıyor. Bunlar içerisinden namazın
zaten kendi anlamı olan dua, talep, destek, ibadet, davet, mev’ıza, ayağa
kaldırma, destek verme ve şer’i ibadet manası sayabiliriz. Hatta buna ateşle
doğrultma, ateşte doğrultma, yakma, kavurma, kızartma manalarını da
ekleyebiliriz. Çünkü bu kök aynı zamanda yaslâ nâren
zâte lehebin. (Tebbet/3) o yasla kelimesinin de aynı köküdür. Yine;
Sılıyye, cehennemin isimlerinden biri olan sılıyye nin geldiği kökle aynıdır. O
nedenle siz salât gördüğünüz her yerde şer’i manada namazı anladığınızda anlama
problemi kaçınılmaz olmaktadır tıpkı maun suresinde ki gibi.
Maun
suresinde ki özellikle 4. ayete Feveylün lil musalliyn yazıklar olsun o namaz
kılanlara dediğimizde 1. ayeti nereye koyacağız. O zaman Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn
dini yalanlayan kimse namaz mı kılıyordu diye sormak durumundayız.
Peki böyle demeyeceksek şöyle bir
kurtuluş yolu olur mu? Sureyi ikiye bölmek, baş kısmını Mekke de, son 4 ayetini
de Medine de nazil olduğunu söyleyenler aslında bu işi, bu problemi çözmek için
böyle yapmışlar. Oysa bu problemi çözmüyor daha da karmaşık hale getiriyor
tefsir açısından. Neden?
1- Bu sure ilk nüzül
tertiplerinin tamamında tel celsede nazil olmuş bir sure.
2 – Bu sureyi ilk 3 ayet, son 4
ayet diye iki ayrı zamana bölmek, özellikle de bu zamanlar arasına 10 yılı
aşkın bir zaman parçası koyabilmek için surenin buna müsaade etmesi lazım. Sure
buna asla müsaade etmiyor.
Birincisi ses olarak izin
vermiyor, çünkü Bid diyn, yetiym, miskiyn, musalliyn, sâhûn, yurâûn, maun.
Surenin ilk sesi secisi asla bölünmeye izin vermiyor, ortada. Hatta hatta
böleceksek illa, ilk 3 ayet son 4 ayet şeklinde değil, ilk 4 ayet son 3 ayet
şeklinde bölmemiz lazım. O zaman da o problem çözülmüyor bu bir.
İkincisi ilk 3 ayet Mekke de son
4 ayet Medine de indi diyenleri reddeden delil surenin içinde o da son dört
ayetin başında ki F harfidir. F hem bağlaç görevi görür, hem takip görevi
görür. Fa’yı takibiye derler bunun için. yani öncekileri torlayıp toplayıp
öncekilerin manasını özetleyen, hatta o mana ile bağ kuran köprü kuran bir
edattır. Bu köprüyü aldığınızda, bu köprü orada duruyor, ortada bir köprü var
düşünebiliyor musunuz. Ama köprünün bir ucu boş, yani köprüyü yapmışlar, fakat
köprüden geçince ayağınız boşluğa değiyor yani hiçbir yere çıkmıyorsunuz,
hiçbir yere geçmiyorsunuz işte böyle bir şey. “fe” orada duruyor, köprü var.
Köprü varsa iki taraf var. O köprüden geçiliyor demektir. Geçilsin diye
konulmuş o fa köprüsü. Fa köprüsü var fakat bir tarafı boş diyemeyiz.
Ondan da öte surenin son ayeti; Ve yemne'ûnel
mâ'ûn en küçük bir yardımı dahi engelliyorlar ifadesiyle surenin
ikinci ve üçüncü ayeti arasında kopmaz bir konu bütünlüğü var. Fezâlikelleziy
yeduul yetiym, Ve lâ yehuddu 'alâ ta'âmil miskiyn işte bu tip yetimi
itip kakıyor ve yoksulu doyurmaya teşvik etmiyor, ya da yoksulu doyurma
konusunda azami gayret göstermiyor. Bunlarla surenin son ayeti arasında o kadar
kopmaz bir bağlantı var ki, nasıl böleceksiniz. Nihayet söyleyeceğimiz şey bu;
Sureyi bölme teşebbüslerine surenin kendisi şiddetle karşı çıkıyor bu
donelerle. Onun için bu sure ilk nüzül tertiplerinde de gösterildiği gibi tek
celsede nazil olmuştur. Zaten hem konu, hem üslûp hem ses bütünlüğü bunu
vermektedir. Bu sureyi her tür bölme teşebbüsüne surenin kendisi şiddetli bir
biçimde saydığımız delillerden dolayı karşı çıkar.
O zaman bunu iddia edenlere
yanlışlarını tashih etmek düşüyor. Yani 4. ayette ki Musalliyn’e namaz kılanlar
manasını vermek yanlıştır demek düşüyor.
Peki ne mana vereceğiz? Namaz
ibadet edenler, yani zaten salât genelde ibadeti temsil eder. Hatta ibadetin en
görünen kısmı olduğu için ibadetin yüzü sayılır. Bir şeyin yüzü zatıdır onun
içinde ibadeti temsil eder. Ve Kur’an da bazı yerlerde hassaten ibadet manası
verilmelidir, ibadet manası vermediğimizde içinden çıkamayız, mana problemi
oluşur. Yani her gördüğümüz salâtı bildiğimiz ritüel manasıyla kıldığımız şer’i
namaz manasıyla namaz dediğimizde içinden çıkamayız asla.
İşte Hz. Şuayb’ın davet etmesi
üzerine: “Seni putlarımıza tapmaktan salâtın mı engelliyor.” Sorusunda ki namaz
gibi. Yani salâtı mı engelliyor derken namazın şer’i manada kıldığın namaz mı
engelliyor şeklinde anlamak işte bu açıdan yanlış olur. Senin davetin mi; Ki
İbn. Atıyye’nin tefsirinde isabetle bir alternatif olarak gıle diye göstermiş
olsa da gösterdiği gibi.
Yine maide suresinde
sözleşmelerle ilgili bir hükümde, vasıyyetle ilgili hatta. Ölmek üzere olan
kişinin vasıyyet edecekken şahit çağırarak şahitler huzurunda, şahitlere
vasıyyet etmesini dile getiren ayette de min ba’dis salâh; namazdan sonra diye
çeviremeyeceğimiz gibi. Birçok müfessir burada ki şahitlerin ki ayetin kendi
içinde de sizden olsun, sizden olmasın yani sizin dışınızdakilerden olsun.
Sizin dışınızdakilerden kasıt sistematiği içerisinde gayri müslimlerdir. Gayri
Müslüm şahit tutacaksınız ölmek üzere olan birinin vasıyyetine ve ona namazdan
sonra diyeceksiniz. Gayri, Müslime ne namazı kıldıracaksınız.
Bunu, yani İmam Şafi’nin anladığı
gibi şehrin en büyük mescidinde mutlaka şahit kılınırda şeklinde anlamasınız.
Ölmek üzere olan adamı şehrin camisine, en büyük mescidine mi götüreceksiniz.
Hani o şehirde cami yoksa. Dolayısıyla önce bir yanlış mana verilip, ondan
sonra onu düzeltmek yerine o yanlış manaya tüm bir pasajı, tüm bir anlamı feda
etmek gibi olmaktadır. İşte salât problemi Kur’an da çok manalı, gerçek bir çok
anlamlı kelime olduğu kabullenilerek aşılır. İşte burada ki de böyledir.
Bu biraz uzun açıklamanın
arkasından sureyi kısaca konusunu hatırlatalım. Aslında sure hasenatın salihata
tebdili nasıl olur sualine cevap veriyor. Bireysel ibadetin sosyal
yükümlülüklerle kopmaz bir bağa sahip olduğunu dile getiriyor. Yani ibadet
bireysel değildir, ibadetler şahsi değildir. İbadetin toplumsal bir boyutu
vardır. Toplumsal boyutunu kestiğinizde, kopardığınızda ibadetin kanadını hatta
başını koparmış olursunuz. Burada söylenen bu. İbadetin başıyla bedeni arasında
ki bağlantıyı koparmak istemiyorsanız kuldan Allah’a uzanan kanatla, kuldan
topluma uzanan kanadı koparmayacaksınız. Bu ikisi bir olacak tek kanatlı kuş uçmaz.
Onun içinde namazdan
bahsediyorsanız, ibadetten bahsediyorsanız, sosyal yükümlülüğü de onun hemen
hizasına koyacaksınız. İbadetten bahsedilen yerde yoksulu doyurmaktan
bahsetmiyorsanız, yetimin gönlünü görmekten bahsetmiyorsanız, yardımdan, paylaşmaktan
bahsetmiyorsanız bu ibadet tek kanatla uçmaktır. Tek kanatla uçulmaz sure
aslında bunu söylüyor.
Surenin verdiği mesaj o kadar
muhteşem ki, bugün dünyada hak ve hukuk mücadelesi veren insanlara Kur’an dan
başka hiçbir şey değil sadece maun suresini doğru dürüst bir biçimde okuyunuz
hayran olacaktır sadece maun suresini.
Allah’ın hakkı ile kul hakkının
ayrılmazlığını vurguluyor sure. İlk 3 ayet birey toplum ilişkisini, son 3 ayet
birey Allah ilişkisini, ortada ki ayet ise bu ikisini birbirine bağlıyor.
Tevhid ve adalet bu dinin iki kanadıdır diyor bu sure, tevhid ve adalet. İbadet
tevhidi, adalet ise paylaşmayı. Paylaşmaktan bağımsız değildir ibadet. Eğer
ibadeti sosyal yükümlülüklerden bağımsız olarak anlıyorsa bir dindar, o dindar
da değildir diyor. O dini yalanlıyor demeye getiriyor., öyle başlıyor zaten
sure. Biri kırılınca diğeriyle uçulmayan iki kanattan söz ediyor sure. İşte bu
özetin ardından şimdi maun suresini tefsire geçebiliriz.
Rahman, rahıym Allah adına.
1-) Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn;
Gördün
mü dinini (Sünnetullâh'ı) yalanlayan şu kimseyi? (A.Hulusi)
1 -
Gördün mü o dîni tekzib edeni? (Elmalı)
Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn
dini yalanlayan kimseye baksana bir, görmez misin dini yalanlayan şu adamı.
Gördün mü o adam dini yalanlıyor. Farklı farklı formlarla çevirebiliriz hepsi
aynı kapıya çıkar. Elimizde ki metin bunların hepsine müsait.
Ed diyn; Burada anahtar kavram,
merkezi kavram. Zaten diyn ile ed diyn farklı. Diyn yani belirsiz geldiğinde
her tür hayat tarzı, inanç sistemi anlamına gelir. Ama ed diyn olarak
geldiğinde Allah katında bir tane inanç sistemi vardır. Bu inanç sistemi tüm
peygamberlerin, tüm vahiylerin inanç sistemidir. Bu inanç sisteminin kurucusu
Hz. Muhammed değildir birçoklarının yanlış zannettiği gibi. Bu inanç sisteminin
müntesiplerinden biridir Hz. Muhammed S.A.V. Onun için İslam’ın kurucusu
değildir Hz. Muhammed, İslam’ın peygamberidir, son peygamberidir ilk te
değildir ve İslam’ın birçok peygamberi vardır,
İslam; Ed diyn dir İnned Diyne 'indAllâhil
İslâm.. (A.İmran/19) Allah katında makbul din İslam’dır derken işte ed diyn bu dindir, yani Allah’ın razı
olduğu din. Kim İslam’dan başka bir din getirirse felen yukbele minh A.İmran/85) ondan o kabul olunmayacaktır diyor rabbimiz.
Onun için sizden din olarak İslam’dan razı oldum diyor. ve radıytü lekümül İslâme diyna.
(Maide/3) din olarak sizin getirdiğiniz hayat tarzları içinde sadece İslam’dan,
yani Allah’a tam teslimiyet dininden razı oldum buyuruyor. Bütün bu ayetler
ışığında ed diyn; aslında İslam’ın ta kendisidir.
Kelimenin
kökü alacak verecekle ilgilidir. Boyun eğme, eğdirme kelimenin semantik
dönüşümleri sırasında yolda kazandığı anlamlardır. Aslında taat, ınkıyad, zûl
ve adâd manalarına da gelir. Adâd alışkanlığa boyun eğdiği için adâd dindir
aslında, adetler gelenekler insan alışkanlığa boyun eğdiği için gelenekler din
olarak, din gelenek manasına gelir.
Yine din
Inkıyad manasına gelir itaat yani. Neden? Çünkü boyun eğmektir. Yine din akide
manasına gelir, inançla yargılanmaktan, çünkü akide kişiyi inançla yargılar,
inandığı şeyle yargılar. İnandığı değerlerin bütününe akide denir. Onun için
borç alacak verecek ilişkisi. Çünkü din kelimesinin türetildiği kök deyn dir
borç manasına gelir.
Din günü
diyoruz ahirete. Neden? Borç ve alacak hesabı çıkarıldığı gündür. Yani Allah’ın
kulun borcunu çıkardığı gündür. Kulun hesabını önüne döktüğü gündür. Hesap
defterini açtığı gündür onun için din günü, deyn günü diyoruz.
Medine
diyoruz, yine aynı kökten. Neden Medine diyoruz? İçinde borçlu ve alacaklının
haklarını birbirlerinden talep eden ve veren adil bir biçimde mahkemenin
bulunduğu yere Medine diyoruz. Bu mahkemenin hakimine deyyan diyoruz. Ve
Hukukun üstün olduğu siteye medeniyet diyoruz. Onun için hukuktan bahsedilen
yerdir alacaktan verecekten bahsedilen yer. Özü itibarıyla deyn den yola
çıkarsak eğer ve toparlarsak sözün özü şudur; Din; deyndir borç, Allah’a karşı
borçluluk bilincidir dindarlık. Dindarlık kulun Allah’a karşı borçluluk
bilincidir, yani Allah’ın hakkını teslim etmektir. Allah’ın hakkını
teslim etmek için Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaya İslam, teslim olan
İnsana da Müslüman diyoruz.
[Ek
bilgi; Kur’an ın çok anlamlı kavramlarından biri dindir. Birkaç tanesini söyleyeyim.
Din kelimesi;
1 – Din
kelimesi deyn kelimesiyle aynı kökten geliyor. Deyn; borç demektir. Din de borç
anlamına gelir bir anlamı budur. Deyn ayeti var Bakara/282. ayet; Müdayene
ayeti diye bilinir karşılıklı borçlanma ya da, borçlanmanın kayıt altına
alınması gibi.
2 -
ikinci anlamı Din kelimesi din
anlamına kullanılır Kur’an ı kerimde bunun oldukça fazla örnek ayeti vardır.
Mesela Maide/3 gibi. Orada iki tane din kelimesi geçiyor ikisi de kurulu sistem anlamında ilâhi bir
ilkeler bütünü anlamında din demektir.
3 – Din
kelimesi Hesap anlamına geliyor, tam
karşılığı aslıda. Mâliki YevmidDiyn.
(Fatiha/4) Allah din gününün sahibidir. Demek ki hesap günü diye bir gün var, o
da mahşerde yaşanacak olan gün bunun başka ayet örnekleri de var.
4 – Din
kelimesinin başka bir anlamı karşılıktır.
Tam birebir bununla ilgili ayet; Nur/25. ayeti; Yevmeizin yüveffiyhimullâhu o gün yani mahşer günü Allah onlara
verecek, vefa gösterecek. Neyi? Dinehüm.
Onların karşılığını, yaptıklarının karşılığını tas tamam karşılığını verecek.
Bu ayetteki din karşılık demektir. Bu hem iyilik anlamında ödül, hem kötülük
anlamında ceza anlamında azap gibi algılanabilir.
5 –
Deyyan; Kelime olarak deyyan hakim
demektir. Yani, borçluları, yani kimin kime borcu var, alacağı var ortaya koyan
adam demektir.
6 -
Mesela Mediyn köle demektir. Köle borçlu adam demektir, sahibine borçlu olduğu
için ona mediyn denir. mesela Saffat/55; Eizâ mitna ve künna türaben ve 'ızamen einna le mediynun. Mediynun
kelimesi geçer orada, o da; hani biz ölüp toprak olduktan sonra bizim mi
borçluluğumuz gündeme gelecek yani, biz hesaba mı çekileceğiz diye inkarcıların
ifadesi olarak geçer.
7 – Mesela Medine kelimesi de
din kelimesi ile aynı kökten geliyor. Medine;
a) dinin uygulandığı yer,
b) Medeniyetin üretildiği yer.
c) Hukukun yaşandığı yer. yani
deyyanı olan yer, dini olan yer. Din Yesrib’i Medine yapan değerler
topluluğudur. Yesrip Medine olduysa bunu din yani vahiy inşa etmiştir. Vahyin
inşa ettiği yerdir Medine.
Dini yalanlayanı gördün mü
derken bütün bu anlayışlarıyla beraber, yorumlarıyla beraber düşünmek lazım.
8 – Dinin kelime anlamlarından
biri de aslında özgür irade ortaya
koymaktır. Yani birine borçluysa borçluluğunu ve ben şuna borçluyum diyebilme
hürriyetinin ortaya konulmasıdır. Kur’an da; Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün..
(Bakara/193) onlarla mukatele edin ta ki baskı ortadan kalkıncaya ve yekûned diynu Lillâh din Allah için
oluncaya kadar. Oradaki din Allah için oluncaya kadar önüne geleni Müslüman
yapana kadar herkesi öldür demek değil. Yani
Allah’a borçluluğunu itiraf edip ben Allah’a karşı yükümlüyüm, Allah’a kulluk
yapmak istiyorum, benim borcum O’nadır denebilir bir hürriyet ortamı ortaya
koymaktır, borçlunun kime karşı borçlu olduğunu rahatlıkla ortaya koyabileceği
bir imkanın sunulması anlamına gelir hem Bakara, hem Enfal ayetlerindeki din kelimesi.
9 – Din kelimesi kanun, yasa, hukuk anlamına da gelir.
Çok ilginçtir din kelimesi Yusuf/79 suresinde geçiyor orada Hz. Yusuf’un
kardeşi Bünyamin’i geri bıraktırmak için ortaya koyduğu meselesinde Allah’u
telâ buyuruyor ki; ma kâne liye'huze
ehahu fiy diynilmeliki. (Yusuf/79) kardeşini geri tutması anlamında o günkü
melikin, kralın dininde onu geri bırakamazdı. Kralın dini demek kralın kanunu
demektir. Yani din kanun, yasa, hukuk anlamına da geliyor.
10 – Din değerler sistemi anlamına da gelir Din-i kayyim diyor Kur’an ı
kerim çeşitli ayetlerinde kullanıyor örneğin Beyyine suresinde olduğu gibi.
Şimdi öyle ise bu açıklamalar
açısından Maun suresinde ki din nedir. O ayette ki din işte bunların hepsidir.
(Mehmet Okuyan- Okudun mu programı)]
Eraeytelleziy yükezzibü Bid diyn
bütün bu tarifler ışığında Allah’a borçlu olduğunu yalanlayan kimseye bakmaz
mısın, gördün mü böyle birini, baksana şu Allah’a borçlu olduğu gerçeğini
yalanlayan kimseye. Ne yapıyormuş o?
2-) Fezâlikelleziy yeduul yetiym;
İşte o,
yetimi azarlayıp iter - kakar, (A.Hulusi)
2 - O
dur ki işte iter yetîmi. (Elmalı)
Fezâlikelleziy yeduul yetiym o kimse
yetimi itip kakıyor, yetimi horluyor, yetimi rahatsız ediyor, yetimi
küçümsüyor, yetime tekme vuruyor. Aslında düşeni tekmeliyor.
Yetiym; Istılahta kazananı ölmüş
ve kendisi de kazanacak durumda olmayacak kadar küçük veya kimsesiz olan demek.
Velisi ölmüş olan demek. Tek manasına gelir, yalnız manasına gelir. Aslında
olumlu manada kullanıldığı da olur. Onun için dürriyetiym; Dünyada tek inci,
biricik inci manasına gelir. Hatta yetim-i dehri, Arap dilinde çok kullanılan
bir övgü ifadesidir. Çağının biriciği idi, çağının bir tanesiydi. Büyük alimler
için, dahiler için kullanılan bir ifadedir, bir övgü ifadesidir. Ama yetiym tek
geldiği zaman velisi yok, velisi olmayan, bakanı olmayan, bakanı çekeni
olmayan. Özellikle küçük yaştakiler için kullanılır ama ıstılahta dul hanıma da
yetiym denilebilir. Velisi ve bakanı olmayan kimseye de yetiym denilebilir.
İslam yetimi korur. Bakınız daha
savaş yok ortada. Onun için Kur’an da bahsedilen yetimlerin tamamını savaşla
birebir irtibatlandırmak ta doğru olmaz. Feemmel yetiyme
fela takher. (Duha/9) diyen ayet yetime kahretme. Veya yetime
otoriter davranma, yetime karşı otorite sergileme en doğru ve beğendiğim çeviri
bu, bunu tercih ettim mealimde de. Onun için yetime karşı otoriter davranma.
Neden? Çünkü seni yetim olarak bulduk ve sana göz kulak olduk. Sen yetimdin,
yetimlerin efendisi seçildin, alemlere rahmet oldun. O zaman sen de yetimi
koru, gözet.
Adeta velisi
olmayanın velisi Allah’tır diyor. Yetimin velisi Allah’tır diyen efendimizin
hadisi işte bu ayetlere dayanıyor. Yetim ağlarsa gök sallanır işte bunun için.
Yani sırrı kader. Madem Allah onun bakıcısını, velisini, babasını aldı,
babasını kaybetmiş çocuktur aslında lügatta yetim. Madem onun babasını aldı
sırrı kader gereği ve o bakımsız ortada kaldı, sizi onunla imtihan ediyor
demektir. Onun velisi artık Allah’tır. Dolayısıyla sahip çıkacaksınız ey
insanlar. Biz bunu, bu mesajı görüyoruz.
İslam
medeniyeti Yetimden çok şey çıkardı. Yetimden fatihler çıkardı. Musa Bin Nusayr
gibi Afrika fatihi. Endülüs fatihi Tarık Bin Ziyad gibi. Anadolu fatihinin
birkaç rivayet olsa da bunlardan en tutarlısı Antakya’lı gayri Müslim birinin
yetimi olduğu söylenir. Evet, Abdullah el Battal, yetimden biz fatihler
çıkarmışız. Yine yetimden müçtehitler çıkarmışız. Bakın İbn Abbas’ın cins kafa
öğrencileri; İkrime bir yetimdir, Mücahit bir yetimdir, yine ilk
müfessirlerden, ilk otoritelerden Dahhak bir yetimdir ve bunun gibi yetimler.
Ata bir yetimdir. Evet, daha neler çıkardı yetimden İslam? Büyük müçtehitler,
büyük alimler, büyük otoriteler çıkardı.
Peki biz
neler çıkarıyoruz yetimden? Sokak çocukları, tinerciler, kapkaççılar,
gangsterler ve caniler, katiller, esrarkeşler, eroinmanlar çıkarıyor. Bu mu,
İslam yetimden fatihler ve alimler, müçtehitler çıkarmışken bu günün modern
toplumu olanca gelişmişlik iddialarına rağmen yetimden bunu çıkarıyor.
Evet, işte
İslam farkı, işte İslam’ın dizayn ettiği inşa ettiği hayat farkı bu aslında.
Fezâlikelleziy yeduul yetiym o tip,
yani Allah’a borçluluk bilincini inkar eden, Allah’a borçlu olduğunu yalanlayan
bu tipi gördün mü sen? Bak bu tipi sana tarif edeyim ben. Tarif edeyim
tarifimden çıkar. Yani görmedinse bile, dünyanın neresinde yaşıyor olursan ol,
hangi çağ ve hangi zamanda yaşıyor olursan ol tipin tarifinden yola çıkarak bu
tipi bulabilirsin. İşte o tipin tarifi.
Fezâlikelleziy yeduul yetiym bu tip
yetimi itip kakıyor, yetimi horluyor, yetimi küçümsüyor. Yani yardım edeceği
yerde, onunla paylaşacağı yerde, Allah’ın kendisini böyle imtihan etmediği
için şükredip bunun bu şükrü de böyle
eda edeceği yerde ne yapıyor?onu itip kakıyor, düşene bir daha vuruyor. Zayıfı
eziyor yani. Burada zımnen söylenen bu, zayıfı eziyor. Zayıfı görünce güç
ahlakı olmadığı için zayıfın üzerinde güç sergiliyor, güç kullanıyor. Niye?
Onun zayıflığı kendisinin gücünü hatırlatıyor kendisine ve güç ahlakından
yoksun olduğu için de kendisini ispatlamak için zayıfı ezme yoluna gidiyor. Bu
ne derin bir ahlaksızlıktır. Evet, devam ediyoruz;
[Ek bilgi; Çok enteresan Kur’an ı
kerimde yetim ve yoksulla ilgilenmemek korkunç derecede bir mesai alıyor
ayetlere baktığımız zaman. Cenabı Hakk demek istiyor ki yetimle ilgilenmeyen
adam inancını sorgulasın. Eğer inanıyorsan yetimle ilgilenmek zorundasın.
Yetimle ilgilenmiyorsan dini yalanlamakta olduğun hakikatiyle yüz tüzesin
haberin olsun.
Bunu Mekke müşrikleri
üzerinden söylüyor ama aslında herkese söylüyor. Yetim kavramını sosyolojik bir
kavram olarak Müslümanların gündemine getiriyor. O günkü Mekke müşriklerinin
bir ahlaki düşüklüğü olarak merkeze alıyor, ama onun üzerinden herkese mesaj
veriyor.
Şimdi öyle ise Kur’an ı
kerimin yetim kavramı ile ilgili neler söylediğine biraz daha yakından bakmak
zorundayız. Duha suresinde Elem yecidke yetiymen fe
âva. (Duha/6) oradan Feemmel yetiyme
fela takher. (Duha/9) Önemine binaen yeniden işlememiz gerekiyor.
Zihnimizde
biz yetim kavramını biyolojik bir duruma indirgemişiz. anne babadan yoksunluk
manasında. Ama savunmasız, korumasız kalan Kâbe’nin müdafaası manasında
Kâbe’nin yetimliğinden bahsedebiliriz. Yani Kâbe bu manada yetim olarak
algılanabilecektir Kur’an ın yetim mantığı tariflerine göre. Bu anlamda kadını,
erkeği, kutsal mekanı, belki dinin hakikatlerin yetimliğinden bahsedebiliriz.
Elbette yetim kelimesi literatürde yerleştiği haliyle anneden babadan birinden
veya her ikisinden tabii ergenlik çağı öncesinde yoksun kalmaktır.
Fakat
bizim baktığımız gibi bakıldığında, mesela çocuğu olmayan anne ve babalar bence
çocuk yetimidir. Yani çocuk yetimi olur, ana yetimi olur, baba yetimi olur,
sevgi yetimi olur, şefkat yetimi olur, bilgi yetimi olur, ilgi yetimi olur yani
aklınıza ne geliyorsa. Ben biraz şablonu daha iyi kavrayalım diye diyorum ki
bir insanın sahip olması gerekmesine rağmen sahibi olamadığı değerlerden
yoksunluğuna yetim denir. yani bu bunda olmalıdır, fakat o onda yoksa o o şeyin
yetimidir.
Ahlak
yetimleri vardır, para yetimleri vardır, borçlu adam yetimdir yani. Sağlık
yetimleri vardır sağlığını kaybetti adam. Sonra ille hasta demek zorunda değilsiniz
onu tarif edecek kelime aslında hastadır ama sağlık yetimidir. (Mehmet Okuyan-
Okudun mu programı)]
3-) Ve lâ yehuddu 'alâ ta'âmil miskiyn;
Yoksulları
doyurmaya teşvik etmez (cimri, bencil)! (A.Hulusi)
3 - Ve
kayırmaz doyurmak üzere miskîni. (Elmalı)
Ve lâ yehuddu 'alâ ta'âmil miskiyn
ve miskini, yoksulu doyurmaya teşvik etmiyor. Yehuddu, hadda. Ya da yoksulu
doyurma konusunda yeterli gayret sergilemiyor. Evet, ister müteaddi, ister
lazım olarak okuyalım iki mananın da karşılığını vermiş oldum böylece.
Teşvik etmiyor, gayret etmiyor
iki manaya da gelir. Hatırlayalım Ve yut'ımunetta'ame 'alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve
esiyra. (İnsan/8) onlar ne yaparlar? Yemeyi, yiyeceği, taamı ona
muhtaç olmalarına rağmen, alâ hubbihi, ona çok ihtiyaç duymalarına, onu
sevmelerine diye çevirmiyorum, ona tam ihtiyaç duymalarına rağmen miskin ile
yetim ile esir ile paylaşırlar, ona verirler.
Hz. Ali ve Hz. Fatıma (ra) için
anlatılır böyle bir hadise. Her ne kadar bu ayetler Mekki ise de Medine de
yaşanmış böyle bir olaydan söz edilir ve bu ayetlerle Hz. Ali ve Fatıma
arasından ilişki kurulur. Onlar bir gün kendilerine ve çocuklarına yemek
hazırlamışlardır, hazırladıkları yemeği tam yemeye başlayacakları sırada kapı
vurulur. Kapıya çıktıklarında bir yoksulun; açım, çok açım şey’en lillah; Allah
için bir şey ver dediğini görürler ve kendileri için hazırladıkları yiyeceği
ona verirler.
En sonunda yine kendilerine ne
kalmışsa evde, köşede kıyıda kalmış olan en son yiyeceklerini hazırlarlar, tam
başlarına oturmuşlardır ki bu kez bir daha kapı vurulur, bu kez bir yetim veya
bir yetim yakınıdır, annesidir gelen. Yetimlerim var, açlar ne olur bir şey.
Medine de o sıkıntılı dönemlerdir. Özellikle Hayber öncesi. İlk 4 yıl çok
sıkıntılı geçmişti evet 5 yıl. Hayber 7. yılda oldu ama özellikle ilk 4-5 yıl
çok sıkıntılıydı. Onu da ona verirler.
En sonunda Fatıma babasının
evinden bir şeyler tedarik eder, getirir. Tam onu yiyecekken bu kez de esir,
yani savaş esirlerinden, geçmişte savaş esiri olmuş hürken köle olmuş biri
gelir kapıya açım der. Ve onu da ona verirler ve aç uyurlar.
İşte bu bir imtihandır aslında.
Allah yoksulu yoklukla sınarken, varsılı da yoksullar üzerinden sınar ve
yoksulun ekmeğini varsılların eli üzerinden verir. Eğer onlar yoksulun
kendileri üzerinden dağıtılmak üzere verilen ekmeği kendi ekmekleri zanneder,
kendi servetleri zannederler ve kendilerinkine katarlarsa işte imtihanı o zaman
kaybederler.
İnnema nut'ımuküm livechillâhi lâ nuriydu
minküm cezaen ve lâ şükûra. (İnsan/9) biraz önce okuduğum ayetin
devamında da böyle arkadan gelen ayet. Biz sizi sadece Allah rızası için
doyurduk, ne bir teşekkür ne bir ödül bekliyoruz, ne bir karşılık bekliyoruz
derler. Yani hem doyururlar, hem doyurduklarına teşekkür ederler bırakın
teşekkür beklemek şöyle dursun. İşte İslam ahlakı, işte Kur’an ahlakı, işte
Kur’an ın inşa ettiği hayatın mü’minleri. Kur’an böyle bir toplum inşa ediyor.
4-) Feveylün lil musalliyn;
Vay
hâline o (âdet diye) namaz kılanlara ki; (A.Hulusi)
4 -
Fakat veyl o namaz kılanlara ki. (Elmalı)
Feveylün lil musalliyn eğer bütün
bunları yapmıyorsa, yetimi itip kakıyorsa, yoksulu doyurmuyor, doyurmaya gayret
etmiyor, teşvik etmiyorsa Feveylün lil musalliyn yazıklar olsun böyle
ibadet edenlere. Yani toplumsal sorumluluklarını yapmayan insan eğer ibadetini
yaptığı ile övünüyorsa yazıklar olsun bu tipe diyor. Feveylün lil musalliyn eğer
Musalliyn de ki salâtı şer’i namaz olarak -ki böyle çevrilmesinin yanlış
olduğunu düşünüyorum- alacak olursak o öyle düşünenlerin çevirdiği gibi
çevirecek olursak yazıklar olsun namaz kılanlara. Evet,
5-) Elleziyne hüm 'an Salâtihim sâhûn;
Onlar,
(iman edenin mi'râcı olan) salâtlarından (okunanların
mânâsını yaşamaktan) kozalıdırlar (gâfildirler)! (A.Hulusi)
5 -
Namazlarından yanılmaktadırlar. (Elmalı)
Elleziyne hüm 'an Salâtihim sâhûn
onlar, el musalliyn aslında müşriklerin salâtı burda. İkame edilmemiş ibadetin
amacı ekımüs salâh neden ekame fiiliyle gelir? Çünkü amacı gerçekleşmemiş
salâtın amacı,işte ikamesi budur. Yani sosyal yükümlülüklerini yerine getirmeyen
insan, rabbinin hakkını yerine getiriyorsa onu da yapmamış demektir. Tek
kanatla kuş uçmaz demiştik ya. İşte burada o, ibadetin amacı söyleniyor. Ki
Kur’an ibadetlerin amacı üzerinde çok durur.
Mesela der ki; sadece dindarlık
gösterisini reddeder Leysel birra en tüvellû vucûheküm kıbelel meşrikı vel
mağrib. Bakara/177) yüzlerinizi doğuya ya da batıya dönmeniz Birr
değildir, iyilik değildir. Yani dindarlık gösterisi değildir Allah’ın sizden
istediği.
Yine bir başka ayeti kerime de; Len yenalAllâhe
lühumüha ve lâ dimauha ve lâkin yenalühüt takva minküm. (Hac/37) Hac
suresinin 36. ayeti yanlış hatırlamıyorsam (hayır 37 olacak) Kurban
hakkında. Allah’a kestiğiniz kurbanların ne etleri ne kanları yükselir, sizin
takvanızdır yükselen. Yani maksada gelin maksada. İbadetlerin amacını iyi
gözetin, ibadetlerin içini boşaltmayın. İbadetin ruhunu öldürüp de cesedine
yatırım yapmayın, burada bu söyleniyor. Onun için şimdi tam zamanı işte namaz
hakkında ki o meşhur gerekçeli ayeti hatırlamanın.
Namaz insanı tüm kötülüklerden ve
günahlardan alıkoyar. innes Salâte tenha anil fahşai vel münker*ve lezikrullahi ekber (Ankebut/45) hele bir de
namazın Allah kaygısı veren boyutu var ki o en büyüğüdür. İnsanı kötülüklerden
ve fuhşiyattan, aşırılıklardan, kendini bilmezlikten, kendini kaybetmekten
alıkoymuyorsa o nasıl namaz kılmak diyor. Bunu birleştirebiliriz, beraber
düşünebiliriz.
Elleziyne hüm 'an Salâtihim sâhûn o
kimseler ki kıldıkları namazdan gafildirler. Çok ince bir ayrıntı var burada
‘an edatı kullanılmış fi değil. Hum fiyhi salâtihim sâhûn deseydi eğer
namazlarında yanılırlar ve unuturlar manası vermemiz lazımdı. Namazın içinde ki
unutma ve yanılmaya delalet ederdi. Ama ‘an salâtihim diyor. Dolayısıyla bu
namazın içinde ki bir unutmaya, yanılmaya, veya ibadetin içinde ki bir unutma
ve yanılma değil. Ya ne? Bu aslında ibadetin maksadından koparılmasıdır.
İbadetin amacından uzaklaştırılmasıdır. Yani ibadetin amacını unuturlar,
ibadetin gayesini unuturlar. İbadet artık sadece ve sadece bir ritüel haline
gelir.
Mesela bu ibadetin namaz olduğunu
düşünelim; Robotları
kursanız içine bir yazılım koysanız nasıl tadili erkân üzere namaz kılarsa,
bizimki de öyle kılar. Fakat işte o kadar, içi boştur, ruhu ölmüştür namazın.
Yani ibadetler Allah’a gönderilmiş birer mektuba benzerdi ya, bu mektubun içi
boş. Zarf var ama mektup yok. Yarın büyük günde ibadetlerin zarfları
açıldığında zarf var fakat içi yok.
Nerede kulum bunun içi? Bu
namazın içi nerde? Namazın zarfı gelmiş fakat namaz yok, ruhu ölmüş. Evet,
efendimizin ifadesiyle yanlarına yoruldukları kalır buyuruyor. Kur’an ın
ifadesiyle namazı zayi edecekler, yitirecekler diyor. evet zayi etmektir bu
Kur’an ın ifadesiyle zayi etmek. Edaus salâh; zayi etmek.
[Ek bilgiİ; Namazdan gafil
olanlar;
1- Namazı vaktinde kılmayıp
onu vaktin dışına çıkaranlar.
2- Mü'minlerin yanında, cemaat
arasında namaza özen gösterip yalnız başlarına kalınca kılmayan veya laubali
bir davranış içinde kılan münafıklar.
3- Namaza karşı uyuşuk
davranıp gönül zevki ve yatışkanlığıyla kılmayanlar.
4- Kılıp kılmamayı eşit sayıp
namaza ciddi ilgi duymayanlar. (İbn Cerir Câmi'u'l-beyân)]
[Ek bilgi; İşte o namaz
kılanların vay haline ki onlar namazlarından gafildirler"
Bu ayetlerin, kendinden öncekilerle
münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir:
1) Yetimlere eziyet
edip, yedirip-içirmemek, kişinin münafıklığına delalet edince, hususuz
ve huzursuz kılınan namaz, bu münafıklığa haydi haydi
delalet eder. Çünkü eziyette bulunup, yedirmemek, insanlara karşı
yapılan bir muameledir. Namaz ise, Allah'a karşı yapılan bir hizmettir.
2) Hak Teâlâ yetime eziyetten
ve insanın yedirip-içirmeye teşvik etmemesinden bahsedince, sanki birisi,
"Namaz, insanı fuhşiyyattan ve kötü şeylerden alıkoymaz" (Ankebût,
45) demiş de, Cenâb-ı Hak ona, "Riya ve gafletten kurtulamayan bir namaz,
insanı nasıl kötü işlerden alıkoyabilir" diye cevap vermiş.
c) Hak Teâlâ sanki,
"Kişinin yetime eziyete yönelmesi ve yetimi doyurmaya teşvik etmemesi,
Allah'ın mahlukatına karşı şefkatli olma konusunda bir kusur; namazında gaflet
etmesi ise, Allah'ın emrine saygı konusunda bir kusurdur. Binâenaleyh kişiden,
bu iki konuda böyle kusurlar meydana gelince, bu kişinin şakiliği doruk noktaya
varmış olur. İşte bu yüzden Hak Teâlâ, "Vay haline" buyurmuştur. (F.
Razi-Tefsiri Kebir)]
6-) Elleziyne hüm yurâûn;
Onlar
gösteriş yapanların ta kendileridirler! (A.Hulusi)
6 -
Onlar ki müraîlik ederler. (Elmalı)
Elleziyne hüm yurâûn içini öldüren
içini boşaltan ibadetin ne yapacaktır, dışına yatırım yapacaktır. İçinden
yırttığını dışına yamayacaktır. İşte onlar hüm yurâûn gösteriş yapanlardır,
gösteriş yapanların ta kendileridir. Yani ibadeti gösteriye dönüştürürler.
İçini boşaltınca ibadetten geriye gösteri kalır. Sadece ritüel sadece..! dilim
varmıyor ama ibadetin ruhu ölünce geriye jimnastiği kalır. Hüm yurâûn.
7-) Ve yemne'ûnel mâ'ûn;
Hayrı
da engellerler! (A.Hulusi)
7 - Ve
yardımlığı sakınır (zekâtı vermezler). (Elmalı)
Ve yemne'ûnel mâ'ûn geriye döndü son
ayet ve ta başa getirdi sözü, yine bağladı, birleştirdi. Ve onlar en küçük bir
yardımı dahi engellerler. Yardımın en küçüğünü dahi engellerler. El mâ’ûn
yardımın küçüğünü ifade eder. Yani küçük bir yardımı dahi engelleyen büyük
yardımı yapar mı. Yani onlar yardım yapmak şöyle dursun, yardıma teşvik etmek
şöyle dursun yapılan yardıma da mani olurlar.
Aslında burada aktif iyi
olmayınca insan iyi olarak kalmıyor, hatta kötü olarak ta kalmıyor aktif kötüye alçalıyor alçala alçala. Yani
insan paylaşmayınca paylaşmamazlıkla kalmıyor, paylaşanlara da engel olmaya
kalkıyor. Yani sonunda öyle bir noktaya geliyor. Buradan çıkan oraya geliyor.
İşte bu dini yalanlayan kimse diyor. maun suresi bize bu kimseyi tarif ediyor.
maun suresi hala yaşıyor, maun suresi tarihte kalmadı, ölü bir metin değil.
Maun suresinin tarif ettiği tip aramızda ve bundan böyle de yaşamaya devam
edecek ve maun suresi lafzı bir kez indi manası sonsuz kez inmeye devam edecek.
Rabbim burada ki dini yalanlayan
bu tiplerden olmaktan bizi muhafaza buyursun inşaAllah.
{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi
Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder