Bu ruhumuzu ayağa kaldıran,
tüylerimizi diken diken eden, içimizi çamaşır gibi sıkan ayetlerin arkasından
tekasür suresi sanki gerçekten de konunun bir devamı gibi, sanki gerekçe,
kararın gerekçesi gibi geliyor.
Tekasür suresi adını ilk
ayetinden alıyor tutkuyla çoğaltmak manasına geliyor, yani servet manasına değil.
Çünkü kalıp olarak böyle tutkuyla çoğaltmak. Bir hadiste makbura diye anılıyor
ismi.
İniş zamanı Mekki, hem de
Mekke’nin ilk döneminin surelerinden biri. İlk tertiplerde Kevser suresi ile
maun suresi arasına yerleştirilmiş ki, takriben 16. sıraya gelse gerek yanlış
hatırlamıyorsam. Bunu da eğer yıl itibarıyla tarihlendirirsek peygamberliğin 2.
yılına tarihlendirebiliriz. Yani çok erken indirilmiş bir sure.
Demek ki insanlığın en temel
problemlerinden birine parmak basıyor. Nedir o? Çoğaltma tutkusu, yığma
tutkusu, dünyevileşme. Bir önceki derste günahtan bir adam yapsanız kellesinin
yerine neyi koyarsınız diye sormuştuk ya, efendimiz dünya sevgisini koyuyor. Hubbud-dunya ra'su kulli khooti'ah
dünya sevgisi her hatanın başı onun için bu da biriktirme tutkusu aslında dünya
sevgisinin bir devamı, belki sebebi, belki sonucu. Ama mutlaka onunla ilgili
bir şey.
[Ek bilgi; Hz. Ömer'den şöyle
rivayet ediyor: Hz. Peygamber; Kim bir gecede bin ayet okursa Allah'ın huzuruna
Cenab-ı Hak onun yüzüne güldüğü halde varır» dedi. Hz. Ömer, «Ey Allah'ın
Resûlü! Gecede bin ayet okumaya kimin gücü yeter?» dedi. Bunun üzerine Resûl-ü
Ekrem Tekasür Suresi'ni sonuna kadar okudu ve «Nefsimi yedi kudretinde tutan
Allah'a yemin ederim, bu bin ayete denktir» diye buyurdu. (Hadis)]
Servet mülkiyet değil, bu ayetler
bize servetin mülkiyet değil emanet olduğunu söylüyor. Çoğaltma tutkusunun
insanı nasıl oyaladığını, ölünceye kadar insanı insanlıktan çıkardığını
söylüyor ve diyor ki elbet o gün tüm nimetlerden hesaba çekileceksiniz. le tüs'elünne
yevmeizin 'anin na'ıym (8) evet, kesinlikle o gün size verilen, yani
dünyada verilen nimet değil, çünkü na’ıym Kur’an da 16 yerde geçer hepsi de
ahiret nimeti. Ahiret nimetlerinin nasıl kaybettiğinizden, dünya nimetlerinin
yerine neden ahiret nimetlerini takas ettiğinizden, dünyayı kazanmak için
ahiret nimetlerini nasıl feda ettiğinizin hesabı size sorulacak diyor. Şimdi
suremizin tefsirine geçebiliriz.
1-) Elhakümüt tekâsürü;
Tekasür
(zenginlik ve sülaleniz) sizi aldatıp oyaladı! (A.Hulusi)
1 - Oyaladı
o çokluk kuruntusu sizleri. (Elmalı)
Elhakümüt tekâsürü çoğaltma tutkusu
sizi oyaladı durdu.
Kınanan mal değil, servet değil
burada çoğaltma da değil hatta, çoğaltmanın tutkusu. Tam burada Bağdat’lı
Cüneyd’in o meşhur harika sözü geliyor aklıma; Fakr, yani bizim fakirlik
dediğimiz şey. Efendimizin el fakru fahrıy; Fakr övüncümdür der. İşte fakr ı
tarif ediyor şimdi. Fakr; senin hiçbir şeye sahip olmaman değildir, asıl fakr dünyalara
sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir.
Sahip olmak, sahip olunmak, işte
bütün mesele bu. Olmak ya da olmamak, Shakespeare’in dediği gibi; to be or not
to be. Yani sahip miyiz, yoksa bizim sahibimiz mi. Malım derken iki vurguya
sahip. Ya benim malım demiş oluruz, ya da ben malım demiş oluruz. Hangisini
diyoruz? Eğer 2. vurguyu diyorsak mal bizim süvarimiz olmuş demektir, sırtımıza
binmiş demektir. Eğer biz malın atı olmuşsak vay gele başımıza. O zaman biz
hiçbir şeyin sahibi değiliz, çünkü bizim sahibimiz o. Eğer benim malım
vurgusuyla söylemek istiyorsak mal, servet atımız olmalıdır, ipi de elimizde
olmalıdır. Yani o bize sahip olmamalıdır.
Dünya bir denize benzer, yürekte
bir gemiye benzer. Su geminin içine girerse gemi batar, su geminin dışında
durursa gemi yol alır, gemi güzergahında menzili maksuda erişir. Onun için
suyun geminin içine girmesine izin vermemek lazım. Dünyanın, yüreğin içine
girmesine izin vermemek lazım. Bir yürekte iki sevda olmaz, çatal kazık yere geçmez
Ma ce'alAllâhu li racülin min kalbeyni fiy
cevfih. (Ahzab/4) biz bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadık diyor.
Eyvallah..! Bu mana da el kârda, gönül yarda olmalı. Gönül de kârda olursa yara
ne kalır ki. Onun için insan dua edecekse elimizde çok eyle kalbimizde yok eyle
diye dua etmelidir. O zaman korkmasın.
[Ek bilgi; Hani bir hadiste
anlatılır: Ashabın fakirlerinden bir grup bir yanlışın içine düşerek gelip
ResulAllah’a dert yanarlar. “Ey Allah’ın Resûlü, zenginler tüm mükâfatları alıp
götürdüler. Bize bir şey kalmadı. Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar,
bizim tuttuğumuz orucu onlar da tutuyorlar. Ama onlar bizden farklı olarak
mallarının zekatını da veriyorlar. Halbuki biz bundan mahrumuz. İlim peşinde,
kulluk peşinde koşacağız diye bizim mal, mülk toplayacak zamanımız olmadı.
Dünyayla ilgilenecek zamanımız olmadı. Şimdi o zengin kardeşlerimizi
kıskanmıyoruz ama bize bir yol göster. Biz ne yapalım? Biz de dünyalık peşine
düşelim mi? Biz de işe, aşa atılalım mı? Biz de mal, mülk sahibi olmaya
çalışalım mı?” dediler.
Ashabın bir dönem düştüğü ve
ResulAllah’ın ikazından sonra vazgeçtikleri servet toplama derdi Müslümanların
kıblesi haline gelmiştir. Herkes bunun derdinde. Herkes biraz daha büyüme
derdinde. (Besairu-l Kur’an- Ali küçük)]
2-) Hattâ zürtümülmekabir;
Öylesine
ki mezarlıkları ziyarete gittiniz. (A.Hulusi)
2 - Ta..
ziyaret edişinize kadar kabirleri. (Elmalı)
Hattâ zürtümülmekabir ta ki
mezarlara varıncaya dek. Bu iki manaya da gelebilir.
1 - Ölünceye dek, yani çoğaltma tutkusu sizi o
kadar oyaladı ki ölünceye dek bu dalganın arkasına takıldınız, oyalandınız.
2 – ikinci manası; Ki bazı
müfessirler bunu tercih ederler, bu sebebi nüzule dayalı bir mana. Birincisi
bağlamın desteklediği, bu sebebi nüzulün desteklediği mana. Kabirleri ziyaret
edinceye kadar çoğaltma tutkusu sizi oyaladı. Çoğaltma tutkusu sizi o kadar
oyaladı ki, en sonun da kabirleri bile saymaya kalktınız. Bu da sebebi nüzulden
yola çıkılarak verilen mana. Nedir bu? Mekkeli iki müşrik kabile birbirine soy
sop yarıştırmaya kalkışmış, bu yarışma o noktaya gelmiş ki birbirlerine
nüfuslarıyla ve kalabalıklarıyla iftihar ederken artık kabir taşlarını,
kabirleri saymaya kadar varmışlar. Bu çok bana makul gelmiyor, bağlamla da
uyumlu gelmiyor.
Aslında burada söylenen şey
ölünceye kadar. Çünkü Arap dilinde mecazen ölmek, kabre girmek, kabre varmak,
kabri ziyaret etmek manasına. Zaten Arap şiirinde de kullanılmış.
Aslında elhaküm, el lehve, el
lehüv mastarından türetilmiş, değirmenin ağzından çıkanı geri değirmene vererek
oyalamak. Değirmen taşları un öğütürken kendini de öğütür. Taşlar kendini
öğütmesin, boşa dönmesin diye ağzından çıkanı içine koymaya lehüv denilmiş.
Onun içi oyalamak manasına geliyor. Şuğul den farklı yalnız şuğul de meşgale
mesela. Farkı da şuğul; yararlı ya da yararsız oyalamaya denir oyalanmaya
denir. Ama lehüv sadece faydasız ve yararsız oyalanmalar için kullanılır.
[Ek bilgi; “Ademoğlu hep, “malım,
mülküm, malım mülküm” der. Halbuki senin malın; yiyip tükettiğin, giyip
eskittiğin veya sadaka olarak verip de onayladığından başkası değildir.” (Müslim 2958)
"Ölüyü (mezara kadar) üç
şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki
kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır." (Buhârî,
Rikak 42, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46)]
3-) Kellâ sevfe ta'lemun;
Hayır!
Yakında (vefat ile) bileceksiniz. (A.Hulusi)
3 - Öyle
değil, ilerde bileceksiniz. (Elmalı)
Kellâ sevfe ta'lemun ama hayır vakti
geldiğinde gerçeği öğreneceksiniz sevfe ta’lemun vakti geldiğinde gerçeği
öğreneceksiniz. (hatta gerçeği burada öğreneceksiniz.) Çünkü bir sonraki ayet
bize zımnen bunu veriyor. Gerçeği bu dünyada vakti geldiğinde öğreneceksiniz.
Vakti gelecek yani ölmeye gerek yok, kabirlere gitmeye gerek yok. Dünyanın
sizin işinize çok yaramadığını, hani öyle derler ya 3 – 5 yaş psikolojisi:
3 yaş ve 5 yaş psikolojisinin
temeli şuymuş; 3 – 5 yaşında ki çocuklar ellerine aldıklarını kendilerinin
zannederlermiş. Onun içinde tuttuklarını vermezlermiş. Hatta parayla her şey
alınır sanırlar bu yaşta ki çocuklar. Para her şeydir zannederler. Ama 30 lu
yaşlara geldiklerinde paranın her şey olmadığını öğrenirler. Eğer akılları
normal büyümüşse, ortada bir anormallik yoksa 40 yaşını aştığında paranın
hiçbir şey olmadığını öğrenirler. Onun için burada haddi zatında büyümeyi de
bize öğretiyor. Yani ey insanoğlu çocuk kalma aklını bil geliştir deniliyor.
Büyümemiz içinde para iler her şeyin satın alınamayacağını öğrenmemiz lazım.
Dünyanın her şey olmadığını öğrenmemiz lazım. Kellâ sevfe ta'lemun budur işte,
bir gün elinden kayar gider. Bir varmış bir yokmuş olur. Etrafınıza baksanıza
dün dünyalıklar içinde yüzenlerin, bugün sergi sefil bir halde olduğunu görmek
mümkün. Onun için dünyanın insana vefa gösterdiğini görmek için ahirete gitmeye
gerek yok , dünyada da bunu görecekler, göreceksiniz diyor.
Ama görmediniz diyelim ki; Sümme kellâ sevfe ta'lemun o da olmadı diyelim,
görmediniz. Vakti gelince gerçeği burada olmazsa orada göreceksiniz. Evet,
sümme bize bunu veriyor, daha sonra göreceksiniz. Burada olmadı diyelim orada
göreceksiniz.
[Ek bilgi; MALIN AFETLERİ
Malın Âfetleri; Bunlar da dinî
ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır: Dinî âfetler üç gruptur:
Birincisi; Günahlara sevk
etmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir. Âcizlik ve imkânsızlık bazen kişi ile
günah arasına perde olarak gerilir. Nitekim 'bulmamak, masum kalmaktandır'
denilmiştir. İnsanoğlu günahın bir çeşidinden ümitsiz olduğu zaman, artık ona
karşı şehveti kabarmaz. Günaha muktedir olduğunu hissettiği zaman nefis
kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet edici karakteri
insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse,
sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha zordur. Zenginlik
fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.
İkincisi; Mubahlara dalmaya
(ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin başlangıcıdır. Bu
bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı elbise giymeye, yemeklerin
lezzetlilerini bırakmaya, Hz. Süleyman'ın (a.s) zenginliği terk ettiği gibi
terk etmeye gücü ne zaman yetebilir?
Öyle ise mal sahibinin en
güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna
alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet
haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir!
Dünyanın bir kısmı kendisini,
diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman, bazen helâl kazanç
ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla şüphelilere dalar! Maddî
durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için riyakârlık, yağcılık,
yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı çok olan bir kimsenin
halka ihtiyacı çok olur. Halka ihtiyacı olan bir kimse ise, elbette onlara
münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için Allah'a isyan etmek
mecburiyetinde kalır.
Eğer insan bilfiil lezzetlere
başlamaktan ibaret olan birinci âfetten kurtulursa, bu ikinci âfetten
kurtulamaz. Düşmanlık ve dostluk da halka olan ihtiyaçtan doğar. Bu ihtiyaçtan
haset, kin, riya, gurur, yalan, kovuculuk, gıybet, kalp ve dile mahsus olan
diğer günahlar neşet eder! Bu günahların diğer azalara sirayet etmesinden de
insan kurtulamaz. Bütün bunlar malın uğursuzluğundan, onu korumak ve çoğaltmak
ihtiyacından doğar.
Üçüncüsü; Öyle bir beladır ki
hiç kimse bu beladan kurtulamaz, Şöyle ki, malı koruyup çoğaltmak insanoğlunu
Allah'ın zikrinden alıkoyar. İnsanı Allah'ın zikrinden alıkoyan her şey
zarardır ve bunun için de Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir:
-Malda üç âfet vardır; biri
helâlinden kazanmamaktır.
-Helâlinden kazanırsa diğer
âfet nedir?
-Hakkı olmayan yere sarf
etmektir!
-Hakkı olan yere sarf edilirse
diğer âfet nedir?
-Bu takdirde de malı korumak
ve geliştirmek kendisini
Allah'ın zikrinden alıkoyar!
İşte müzmin hastalık budur.
Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve sırrı Allah'ın zikrini ve azametini
düşünmektir. Bu ise, her şey den boş olan bir kalp ister. Gayri menkulün sahibi
ise sabah akşam çiftçi ile mücadele edeceğini, hesaba tutulacağını, ortaklarla
münakaşa edeceğini, su ve sınır meselelerinde münazaa edeceğini, vergi
hususunda devlet memurlarıyla uğraşacağını, tamirde ücretlilerin kusur
gösterdiği şeyler hususunda münakaşaya tutuşacağını, çiftçilerin hainlik yapıp
çaldıkları için, onlarla mücadele edeceğini düşünür.
Ticaret sahibi, ortağının
hıyanetini kârı kendisine alacağını, çalışmaktaki kusurluluğunu ve malı zayi
edeceğini düşünür. Koyun sahibi de bunun gibi şeyler düşünür. Diğer mal
sahipleri de bu tür şeyler düşünür.
Oysa insanoğlunun düşüncesi,
parayı nereye sarf edeceği nasıl koruyacağı, birisi ona muttali olursa ne
olacağı ve halkın oradan tamahlarını nasıl keseceği hususunda durmadan düşünür.
Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan bir kimse, bütün
bunlardan emin ve salimdir.
İşte dünyevî âfetlerin özeti
bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; haset
edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması
hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri;
nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarf etmektir. Bundan başkası
zehir ve âfettir. Allah Teâlâ'nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel
yardımını talep ediyoruz. Allah her şeye kâdirdir. (İ. Gazali- İhya)]
5-) Kellâ lev ta'lemune 'ılmel yekıyn;
Hayır!
İlm-el yakîn (olarak vefattan önce) bilseydiniz! (A.Hulusi)
5 - Öyle
değil, ilmelyakîn bilseniz. (Elmalı)
Kellâ lev ta'lemun yoo..! veya kella
nın farklı manaları Basra lılara göre manası farklı, Kûfe’lilere göre manası
farklı. Kûfe’liler içinde de Ferra’ya göre manası ayrı Kisai’ye göre manası
ayrı. Dolayısıyla yoo..! da diyebiliriz buna, şu kesin ki, elbette de
diyebiliriz. Şu kesin ki eğer bu tutkunun neye mal olduğunu tam olarak kavramış
olsaydınız lev ta'lemune
'ılmel yekıyn yakıyn bir bilgi ile tam olarak kavramış olsaydınız;
[Ek bilgi; Dünya hayatının
nimetlerinden olan mal, neseb gibi maddi, hayali ve fani lezzetler (tekasür)
sizi o kadar oyaladı ki, bunlarla perdelendiniz, kemalinizin bunlarda olduğunu
sandınız. Ahiret nimetlerinden olup kalıcı manevi kemalattan, akli
lezzetlerden, akıl ve makulattan, istidat nuru ve fıtrat saflığından oluşan
güzelliklerinizi yok ettiniz…….
….Bedenler harap olduğu,
varlıklar üzerindeki perde kalktığı zaman bileceksiniz. Ama o zaman, bilmenin
size bir faydası olmayacaktır. Çünkü ölümle birlikte sizi kemale erdirmeye
yarayan sebepler ve araçlar yok olacaklardır.
ilmel yakin mertebesine
ulaşsaydınız, şehvetlere dalmak, vehim menşeli ve hayali lezzetlerin peşinde
ömür tüketmek, maddi ve bedensel kemalat için uğraşmak gibi başınızı
daldırdığınız, üzerine üşüştüğünüz rezillikler gibi şeylerle perdelenen
kimselere özgü olan tabiat cehennemi ateşini görürdünüz ve bunlardan kesin
olarak vaz geçerdiniz (İbn. Arabi- Te’vilat)]
6-) Le terevünnelcahıyme;
Andolsun,
cahîmi mutlaka görürdünüz! (A.Hulusi)
6 - Kasem
olsun o Cahimi çaresiz göreceksiniz. (Elmalı)
Le terevünnelcahıym o zaman cahıymi
görürdünüz. Dikkat buyurdunuz gibi tercüme etmiş değilim. Ne demek cahıymi
görürdünüz? Burada ki “lâm” bir önceki ayetle bu ayetin aslında sebep sonuç
ilişkisi içinde olduğunu gösterir. Onun için bir önceki ayet şarttır, bu da
cevabıdır. Çünkü “lâm” cevap “lâm”ıdır. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz, tek
cümle gibi görülmelidir. Aslında secavent sahibi buraya “tı” koymuş, ama
gerçekte buraya “lâm” koymalıydı. “lâm elif” koymalıydı ki aynı cümle gibi
okunmalıydı. Bu tabii onun, secavebt sahibinin görüşü. Fakire göre ise böyle.
İkisini birlikte okursak Kellâ lev ta'lemune 'ılmel yekıyn, Le terevünnelcahıym
kesinlikle görürdünüz cahıym i, cehennemi, kışkırttığınız korkunç ateşi.
Nedir bu? Cahıym acaba dünya için
kullanılıyor mu. Benim ilk merak ettiğim burayı tefsir ederken bu oldu ve
baktım ilginçtir Kur’an da cahıym dünya için kullanılıyor. Saffat/97. ayetinde
dünyada ki ateş için. Gönlüm şöyle bir rahatladı, tam oturdu dedim. O zaman
verdiği mana öyle dehşetli ki eğer bilseydiniz tam olarak kavramış olsaydınız
bu çoğaltma tutkunuzun neye mal olduğunu, dünyayı da cehenneme çevirdiğinizi de
görürdünüz. Çünkü dünyayı cehenneme çevirenler çoğaltma tutkusu olanlar.
Görmüyor musunuz büyüklük
tutkusuna kapılanlar dünyayı nasıl cehenneme çeviriyorlar. Ellerine
geçirdikleri kitle imha silahlarıyla nasıl kitlesel imhalara başvuruyorlar. Hiç
acımadan çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden. Sadece insanları değil
bitkileri bile, doğal canlı hayatı bile mahvederek. Ne bu? bunların arkasında
ne yatıyor, bu azgınlık ne Allah aşkına. Evet, Le terevünnelcahıym eğer siz
gerçekten de bunu tam kavramış olsaydınız tutkuyla biriktirmenin, biriktirme
tutkusunun neye mal olduğunu, dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğinizi de
görürdünüz. Dünyayı cehenneme çevirenler, biriktirme tutkusu olanlar, güç
tutkusu, iktidar tutkusu, servet tutkusu. Yetmiyor mu? bu üç tutku bir araya
geldiğinde şeytanlar orada temerküz etmiyor sadece, onlar da şeytanlaşmış oluyor.
Tut tutabilirsen insanoğlunu kim tutacak? Nefret tutacak tabii ki onun için
Allah tutmak istiyor, Allah insanoğluna kendini tut ey insanoğlu diyor, kendini
tut. Onun için oruç tut diyor oruç tutmak kendini tutmaktır da onun için. Onun
için namaz kıl diyor. Yani namaz seni kılsın aynı zamanda sen namazı kıl ki
diyor. Vakit sana sahip çıksın, sen vakte sahip çıkma. Onun için ibadetleri
emrediyor. Bundan tek çıkarı olan taraf biziz aslında.
İşte burada dünyada yaktığımız
cehennem ateşini bize gösteriyor Allah. Eğer biriktirme tutkusu benliğimizi
sararsa önümüze kimse duramıyor. Baksanıza yer yüzünü cehenneme çevirenler hep
bu yüzden çevirdiler, bugün de hala bu yüzden çeviriyorlar. Ve devam ediyor;
7-) Sümme leteravünneha 'aynel yekıyn;
Sonra
yemin olsun onu (cehennemi) kesinlikle ayn-el yakîn - gözlerinizle göreceksiniz.
(A.Hulusi)
7 - Sonra
kasem olsun onu çaresiz aynelyakîn göreceksiniz. (Elmalı)
Sümme leteravünneha 'aynel yekıyn
tut ki burada göremedin (Parantez içinde böyle bir fahvel hitab, söz geliminden
bir giriş cümlesi takdir etmemiz gerekiyor.) tut kl burada görmedin bu
cehennemi, yaktığınız, tutuşturduğunuz cehennemi, veyahut ta tutkunların
tutuşturduğu cehennemi burada görmedin. Sümme leteravünneha 'aynel yekıyn ama daha sonra
ahirette onu zaten gözlerinizle göreceksiniz. leteravünneha 'aynel yekıyn aynel
yakıyn olarak, bizzat kendi gözlerinizle göreceksiniz. Burada görmediniz
diyelim, ama orada bir gün gelecek sümme, daha sonra ahirette gözlerinizle
göreceksiniz. Dünya da ilmel yakıyn görmezseniz tutuşturduğunuz cehennemi,
ahirette aynel yakıyn göreceksiniz diyor.
8-) Sümme le tüs'elünne yevmeizin 'anin na'ıym;
Sonra
andolsun, elbette sorulacaksınız o süreçte nimetlerinizden. (A.Hulusi)
8 - Sonra
kasem olsun o gün o naîmden muhakkak sorulacaksınız. (Elmalı)
Sümme le tüs'elünne yevmeizin 'anin na'ıym
nihayet o gün geçici nimetleri kendisine tercih ettiğiniz( Bu parantez içi bir
söz gelimi açıklaması) Geçici nimetleri kendisine tercih ettiğiniz tüm ahiret
nimetlerinden dolayı bir gün gelecek o gün hesaba çekileceksiniz. Yani sen
hangi nimeti kaybettin ey kul, sen neyi neye tercih ettin ey kul biliyor musun
diye sorguya çekilecek, veya sorulacaksınız. Size sorulacak ey kul sen nettin
be kul, sen nettin. Sen ne büyük bir yanılgıya düştün, sen ne dehşet bir hata
işledin, sen neyi neye takas ettiğini biliyor musun ey insan. Şu nimetleri feda
edipte dünyanın geçici nimetleri alınır mı. Dünyanın 3 kuruşluk nimetleri için
ahi,retin ebedi nimetleri feda edilir mi be insan. Sen netti be insan..! İşte
böyle sorulacak.
Dikkat buyurun mevcut meal ve
tefsirlerin hiç birisinde olmayan bir şekilde anladım. Hakikaten doğrusunun bu
olduğuna tüm yüreğimle inanıyorum. Çünkü burada ki en naıym; Kur’an da nerede
geçerse ahiret nimeti için kullanılır, sadece ahiret nimeti için. Burada
istisna saymak keyfilik olur, delil ister istisna olması için. Onun için burada
ki de ahiret nimetidir. Çünkü kullanıldığı tüm yerlerde Kur’an da ahiret için
geliyor. O zaman burada da ahiret için. Onun için dünyada ki nimetlerden hesaba
çekileceksiniz değil burada, ahirette o ebedi nimetleri neden dünyada ki
geçici, anlık nimetlere feda ettiğinizin sorgusu yapılacak, bu sorulacak size,
değdi mi şimdi, gördün mü yaptığını denilecek, sorulacak.
Rabbim ebedi nimetleri dünyanın
geçici nimetlerine takas etme zilletinden bizi korusun. Bize akıl, fikir ve
istikamet ihsan etsin de hakkı Hakk, batıla batıl muamelesi yapalım. Hakkı Hakk
bilip Hakka ittiba edelim, batılı batıl bilip batıldan kaçınalım. Bize o derin
basiret ve feraseti lûtfetsin de küçüğe büyük, büyüğe küçük. Geçiciye kalıcı
kalıcıya geçici mauamelesi yapmayalım. Bize böylesine derin bir basiret versin
de Allah’ın gör dediği yerden bakıp O’nun gösterdiği hakikatleri görelim
inşaAllah.
Sadakallhul azıym. Allah en
gerçeğini en doğrusunu hakikati söyledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder