Değerli Kur’an dostları
bu derste 3. suremiz ‘Adiyat suresi. ‘Adiyat suresi 100. sure elimizdeki
mushafta. Adını ilk ayetinden alıyor. Aslında düşmanca saldırılar diyebiliriz,
yani fakir öyle manalandıracağım. Diyeceksiniz ki peki başka manalandırmalar da
mümkin mi? Evet, çünkü bu ilk ayetler
Vel 'adiyati dabhân, Fel mûriyati kadhân, Fel muğıyrati subhan, Feeserne Bihi
nak'ân, Fevesatne Bihi cem'an (1-5) bu ilk 5 ayet aslında mevsufu olmayan sıfatlar,
mevsufu yok, ne takdir ederseniz. Dolayısıyla mevsufunu rabbimiz bizim feraset,
basiret, ilim, derinlik ve aslında emeğimize bırakmış. Kur’an a emek vermemizi
istiyor rabbimiz. Tabii bu emeği verirken bilgi olacak, bu ayetlerin ayak
bastığı yerde ne var, yani zeminde ne var, dış bağlamda ne var yani nüzül
ortamında ne var onu bileceğiz ki bu ayetlerin mevsufu olmayan sıfatların
mevsufları neler onu bilelim. Bunda hikmetler vardır bu söylediklerime ilave
edilecek hikmetler de vardır.
Zamanı Mekki, hatta ilk
surelerden Asr suresi ile Kevser suresinin arasına yerleştirmişler ilk tertip
sahipleri. Gizli davet dönemine denk geliyor bizce yani 2. yılla
tarihlendirebiliriz. İbn. Abbas tertibinde ilginç bir şey 112. sıraya
yerleştirilmiş. Çok ilginç gerçekten yani bazen böyle yol kazalarımı desek ne
desek oluyor. Bilmiyorum bunu gerçekten Tercüman-ı Kur’an olan İbn. Abbas mı
yerleştirdi, yoksa ona izafe edilen bir şey mi ama sıralamada 112. sırada
duruyor. Yani ta en son nazil olanlar hizasında. Tabii ki isabetli değil, çünkü
surenin hem üslubu, hem dokusu, hem ses sistemi, hem de efendim konusu bize ben
Mekki yim diye haykırıyor.
Konusu Allah insan ilişkileri
kasem “vav”ıyla başlıyor yani yemin “vav”ıyla. Yemin “vav” ı aslında hayret
vurgusunu taşıyor burada. Klasik tefsircilerimiz yemin “vav” larını ki 16 sure
yemin “vav” ıyla başlar Kur’an da Vedduha gibi, Velfecr gibi. Bu 16 sureyi de
incelediğimizde yemin “vav” larının tazim anlamına gelmediğini klasik
tefsirimizin iddia ettiği gibi, aksine bu yemin “vav” larımızın bazı yerde
teaccüb, bazı yerde tahkik, bazı yerde de temkin manasına geldiğini yani
üzerinde durmamız, üzerinde durup düşünmemiz, tefekkür etmemiz istendiğini
görüyoruz.
Burada gerçekten de hayret
vurgusu var. Maksat insan vicdanını harekete geçirmek aslında, tüm dert bu.
İnsan vicdanı harekete geçsin ve göz göre göre ateşe gitmesin, Allah’ın kulları
yanmasın. Rabbimizin şefkatinin, merhametinin bir ifadesi bu, vahiy bir gök
sofrası önümüze inmiş. Hesap günü gerçeği ile muhatabı sarsmak istiyor bu sure.
Zira vicdan ancak bu sayede diri kalabiliyor, vicdan ancak bu sayede diri ve
uyanık kalabiliyor. İnsan ancak bu sayede insanlığını koruyabiliyor. Mevsufsuz
sıfatlardan örülü ilk 5 ayet şunlara delalet edebilir.
1 – Savaşa yorumlanamaz zira ilk
yıllar geleceğe işaret eden dilsel bir karine de yok. Hem ilk yıllar bu
ayetlerin, bu surenin indiği yıl. İlk yıllarda savaştan söz edemeyiz, bırakın
savaşı, meşru müdafaadan bile söz edemiyoruz kaldı ki savaş. Dahası dilsel bir
geleceğe işaret eden karine de yok yani şimdiki savaştan değil de gelecekte ki
savaştan ihbar ediyor desek, önceden haber verme kabilinden desek o da yok. O
zaman onu geçiyoruz. Geriye kaldı bir ihtimal , o da nedir? İnkarcı
muhatapların tepkilerini veriyor bu ayetler. Fakire göre bu tip mevsufsuz
sıfatlar Kur’an ile bir biçimde dolaylı ya da doğrudan alakalıdır, zaten şu ana
kadar hep öyle tefsir ettim. Bu da usulümün dışına çıkmayacak. Sözün özü
insanın vicdanı gerçeği haykıracak. Nasıl haykıracak?
Ve hussile ma fiys sudûr (10)
göğüslerin özü ortaya serilecek ayetinde buyurduğu gibi. Şimdi surenin
tefsirine geçebiliriz.
1-) Vel 'adiyati dabhâ;
Andolsun
o nefesleri zorlanarak (dünyalık biriktirmek
için) koşan (azgın
atlara benzer insanlara), (A.Hulusi)
01 - O
harıl harıl koşular koşan. (Elmalı)
Vel 'adiyati dabhân Allah şahittir.
“vav”ı kasemin karşılığı bu. Allah şahittir. Neye? Vahye nefretle saldıranlara.
Takdir etmek zorundayız, çünkü mevsufu yok sıfat var. Yani nitelik var
nitelenen yok. Bu nitelik hangi nitelenene ait, bu niteleme ile ne niteleniyor
o yok. Yani bu niteliğin öznesi burada belirtilmemiş biz onu takdir edeceğiz.
Bu özne dedim klasik tefsirimizin dediği gibi.
Mesela ne demiş klasik tefsirimiz
bunlara? Bedir de ki mü’min savaşçıların atları demiş atlar. İbn. Abbas böyle
tefsir etmiş Hz. Ali bu tefsiri duyunca İbn. Abbas’ı ilk gördüğü yerde
bilmediğin şey hakkında konuşuyorsun, yanılıyorsun demiş. İslam’da yapılan ilk
Bedir savaşıydı, Bedirde de sadece 2 at vardı. Huzeyfe’nin ve Miktad’ın, yanlış
hatırlamıyorsam bu iki isim bunların atları başka atımız yoktu. Dolayısıyla hangi
atlardan bahsedecek. Onun için Hz.İbn. Abbas’a Hz. Ali’nin bu itirazı gerçekten
yerinde. Yine Hac’dan bahsettiğini söylemişler, hacı kafilelerinden. Daha
vahyin ilk yıllarındayız ne haccından bahsedebiliriz. Geleceğe ilişkin bir dil
karinesi de yok zaten, dilsel bir delil de yok.
O zaman Vel 'adiyat ne demek; ‘Adiyat,
‘aduv, ‘udvan, ‘adavet. Yani kelime düşmanla alakalı onun için bu düşmanla
alakalı bir ifade olmalı, düşmanı tarif eden bir ifade olmalı. Yine dabhân
göğüste ki hırıltı ve hışıltıya denir. Yani hışımla gelen bir insanın içinden
hırıltı gelir ya, veya havlayacak olan köpek hırlar ya ona dabh deniyor. Vahye
saldırı işleniyor aslında bu ayetlerde.
Nasıl çevireceğiz o zaman; Vahye
nefretle saldıranlara Allah şahittir, vahye karşı hırlayanlara Allah şahittir.
2-) Fel mûriyati kadhâ;
(Koşuşurken hırsından, öfkesinden) çakıp ateş çıkaranlara, (A.Hulusi)
02 - Çakarak
da ateşler saçan. (Elmalı)
Fel mûriyati kadhân ve içinde ki
öfke ateşiyle etrafı tutuşturanlara Allah şahittir. Mûriyat; tutuşturmak, tutuşturanlar demektir. Kadhan; aslında öfkenin ateşi manasını verdiğim bu kelime bir ateşi
körüklemek, bir ateşi daha da azdırmak, kışkırtmayı ifade ediyor birlikte.
Ebu Leheb’i hatırlayalım, Allah
resulü toplamıştı tebalarını ve size şu dağın arkasında bir düşman var desem ne
dersiniz demişti. Sen el eminsin, senden hiç yalan duymadık, doğru söylüyorsun
deriz ve tedbir alırız demişlerdi. Peki yarın sizi bekleyen bir hesap günü var
ve ben Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim sizi uyarıyorum desem ne
dersiniz deyince herkes dona kalmış, üvey amcası Ebu Leheb; Tebben nek, elin
kurusun bizi bunun için mi buraya topladın demişti.
Evet, bu öfkeyi bundan daha güzel
nasıl ifade edebilirsiniz işte öfke size. Nasıl kuduruyorlar, nasıl
saldırıyorlar, nasıl hınçla ve nefretle saldırıyorlar. Saldırdıkları şey
aslında vahiy idi. Yani “sen iyi bir çocuktun” Ebu Leheb’in iç dünyasında “sana
ne oldu böyle vahiy dediğin şey sana geldikten sonra sen böyle oldun.” demeye
getiriyorlardı, yoksa geçmişinde iyi olduğunu hiçbir kimse, hiçbir düşmanı
inkar etmedi. Yani zaten sen eskiden de böyleydin diyen hiç çıkmadı.
Dolayısıyla sana bir şeyler oldu yani sen delirdin diyenler çıktı, sen mecnun
oldun diyenler çıktı, sana cinler uğradı diyenler çıktı, sana bir şeyler oldu
diyenler çıktı ama sen eskiden de böyleydin diyen hiç kimse çıkmadı. Onun için
bu düşmanlığı bu kini aslında vahye, vahye olan kin de Allah’a kindi. Çünkü
vahye itiraz Allah’a itirazdır.
3-) Fel muğıyrati subha;
Sabahın
seherinde akına kalkıp, (A.Hulusi)
03 - Ve
sabahleyin baskın basan. (Elmalı)
Fel muğıyrati subhan ve kasıp
kavuran bir kinle sabahlayanlara Allah şahittir.
Velid Bin Muğire’yi hatırlayalım,
kasıp kavuran bir kinle sabahlamak. Allah resulü davetine başladıktan sonra
sabahlara kadar uyuyamazdı bu adam, uykularını kaybetmişti, kendince tedbir
düşünüyordu. Uykularını kaybetmişti çünkü vahyi dinlediği zaman rengi alı al,
moru mor oluyordu. Hatta kendi iç dünyasında korkunç bir çelişki yaşıyordu.
Evet, İnnehu fekkere
vekadder o düşündü , taşındı, ölçtü biçti Fekutile
keyfe kader. kahrolası nasıl da ölçtü biçti nasıl da yamuk
ölçtü, terazisi kilosu metresi nasıl da yamuktu. Sümme kutile
keyfe kader. (Müddessir/18-19-20) bir daha kahrolası nasıl da yamuk
ölçtü biçti. İşte böyle. Zaten kahroluyorlardı, kahrolası demesi Kur’an ın
aslında kahrolduklarını da gösteriyor.
4-) Feeserne Bihi nak'â;
O
hırsla ortalığı toza bulayanlara, (A.Hulusi)
04 - Derken
savurup da bir toz duman. (Elmalı)
Feeserne Bihi nak'ân tozu dumana
katarak ortalığı bulandıranlara Allah şahittir. Feeserne Bihi nak'ân onlardan biri
Ömer’di mesela. ResulAllah; Min ehadil
Ömerayn demişti değil mi İki Ömer den birini ya rabbi. Neden iki Ömer?
Çünkü cinsti, kafirken de cinslerdi Müslüman olurlarsa İslam’da da cins
olurlardı, evet öyleydi. Tıpkı efendimizin buyurduğu gibi en nasü meadinü Hıyarun fiyl cehliyye fe hıyaruhüm fiyl İslam.
İnsanlar madenlere benzer cahiliye de hayırlı olanı yani cahiliye de karakterli
seciyeli olanı İslam’da da olurdu. Ebu Cehil Bedir’e çıktı çarpıştı ve yiğitçe
öldü. Ama Ebu Leheb lejyoner , paralı asker gönderdi.
Fark bu. Yani gavur var, gavurcuk
var. Şahsiyetsiz gavur var, şahsiyetli gavur var böyle de diyebiliriz. Yani
aslında bize bunları bir nebze gösteriyor, ayırt etmemizi sağlıyor.
Feeserne Bihi nak'ân tozu dumana
katarak ortalığı bulandıran. Hz. Ömer Müslüman olmadan önce ben bu adamı
öldürüp Mekke’de ki ikiliği ortadan kaldıracağım diye yemin etmişti ve evinden
hışımla çıkmıştı. Yolda kendisini arkadan, kendi kabilesinden biri ama Müslüman
olduğunun farkında değil henüz o adamın, Ömer’in hışmını görünce onu
konuşturdu, niyetini anlayınca kardeşlerini ele verme pahasına Resulallah’ı
kurtarmak istedi. Yani bir tür ResulAllah’ı savunmak için kardeşlerini ele
verdi. Sen önce git dedi eniştenle bacının işini gör çünkü onlar da iman
ettiler, Ömer’in haberi yok. Vardığında içerden Kur’an sesleri geliyordu.
Kardeşi Fatıma binti Hattab’ın evinden. Eniştesi Sa’îd bin Zeyd bin Amr bin
Nüfeyl, eşi. Ve kapıyı yumrukladı, Kapı açıldığında telaşla sakladılar. V e
neydi o duyduğum sesler. Karma karışık, Ömer’in içi yangın yeri gibi geliyor
gidiyor, bir aydınlık bir karanlık ve orada birkaç tokat aşketti kardeşine,
eniştesine de saldırdı. Ama bir taraftan da iç dünyasında gelgitler yaşıyordu.
Ve en sonunda çıktı o Kur’an parçası Tâhâ suresi okunuyordu. Ömer Tâhâ
suresinin ayetlerini dinledikçe karanlık yüreğine güneş doğmaya başladı, vahiy
onu da feth etmişti ve o anda, oracıkta öldürmeye gelen Ömer dirildi ve Allah
resulüne vardığında zaten niçin vardığını bilerek varmıştı. Dolayısıyla işte
tozu dumana katmak, bir tanesinin hikayesi bu, ilginçtir.
5-) Fevesatne Bihi cem'a;
Böylece
o hâl ile halkın içine dalanlara (çok yazık)! (A.Hulusi)
05 - Bir
derneği o demde ortalayan: kuvvetlere kasem eylerim ki. (Elmalı)
Fevesatne Bihi cem'a Nihayet bir
düşmanlıkla, bu düşmanlıkla hatta toplumun ortasına destursuz dalanlara Allah
şahittir. Başa, évav” ı kaseme hep atfetmemiz lazım. Yani bu düşmanlıkla
toplumun ortasına dalıp destursuz dalanlara Allah şahittir.
[Ek bilgi; İkrime demiştir ki:
süngüler, silahlardır. Buna göre zamanımızın ateş saçan silahları hiçbir mecaz
düşünmesine hacet kalmaksızın bunda öncelikle dahil olmuş bulunur. Özellikle
sûrenin Mekkî olması rivayetine göre, o zaman Müslümanlar da ne at, ne de silah
olmadığı için bu âyetler bütün geleceğe ait demek olacağından bu mânâ ve şümul
daha açıktır. Bu şekilde burada sonradan peyderpey ortaya çıkacak böyle ateşler
saçan silahlarla geleceğin harp güçlerine de işaret edilmiş olmakla buna göre
yalnız atlara değil, harıl harıl süratle hücum eden motorlu akın vasıtalarının
da hepsini içine almış bulunur. Bu âyetlerde tamamen tercümesi mümkün olmayan
kelimelerin özelliklerine ve cemiyetlerine dikkat edilir ve bunların aralarında
peyderpey tertip ifade eden "fa"larla geldikleri de düşünülürse,
bunlar sadece bir seriyeye değil, her zamanın peyderpey gelişecek taarruz
araçlarına işaret eden âyetler olduğu takdir olunabilir. (Elmalı-Tefsir)]
[Ek bilgi-2; Topluluğa dalanlar”
ifadesi ise topluluk içinde yaşayan ve sosyal hayatta çalışarak iz bırakan ve
eserleri ile konuşanlar kastedilmiş olmalıdır.(M.Ali
Kaya)]
6-) İnnel'İnsane liRabbihi le kenûd;
Gerçektir
ki insan Rabbine karşı elbette çok nankördür! (A.Hulusi)
06 - Pek
nankördür o insan rabbine. (Elmalı)
İnnel'İnsane liRabbihi le kenûd işte
yeminin cevabı geldi. Ki gerçekten de insanoğlu rabbine karşı çok kaba, çok
cimridir. Kenûd iki manaya bir den de geliyor, çağrışımı bol bir kelime. Çok
kaba, çok cimridir. Ya eyyühel'İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym. Elleziy
halekake fesevvake fe'adelek Fiy eyyi suretin ma şâe rekkebek (İnfitar/6-7-8)
ey insanoğlu bu kadar cömert olan rabbine karşı bu mağrurluğun, bu küstahlığın
ne? Seni böyle mağrur kılan nedir, bu kadar cömert olan Allah’a karşı. Ki seni
O yarattı, sen O yaratılış amacınla donattı, seni O dengeledi muhteşem bir
düzene koydu hayatını. Duygu düşünce dengesi, ruh ceset dengesi, dünya ahiret
dengesi muhteşem dengeler yerleştirdi ve seni istediği biçimde yarattı. Neden
sen O’nun istediği biçimde olmuyorsun, Allah’a karşı neyine güvenerek baş
kaldırıyorsun ayetini hatırlamanın tam sırası.
Kenûd
aslında çorak demek, çorak toprak yani verimliyken çoraklaşmış toprak. İnsan
Allah’ın hakkını ödeyemez değil mi. Eğer Allah’ın hakkını inkar ederse insan
çok verimliyken çoraklaşır, zihin çok verimliyken çoraklaşır, akıl çok
verimliyken çoraklaşır, kalp çok verimliyken çoraklaşır, yani insanın iç dünyası
nasıl çoraklaşır sualinin cevabını veriyor aslında bu ayet. Ey insan Allah’a
borcunu ödeyemezsin, inkar etme kabul et ödemiş sayayım. Biz bunu anlıyoruz.
İnkar etme yeter ki, yoksa borç borçla ödenmez, her aldığın nefes yeni bir
borçtur.
7-) Ve innehû alâ zâlike le şehiyd;
Kesinlikle
kendisi de buna şahittir! (A.Hulusi)
07 - Ve
o kendi şâhittir buna. (Elmalı)
Ve innehû alâ zâlike le şehiyd
üstelik insanın kendisi de buna şahittir insanın kabalığına ve cimriliğine
değil mi? Allah kendisine bir bağ bağışlar, kendisi Allah için bir üzüm
bağışlamaya gelince eli titremeye başlar, bu nasıl bir iştir.
[Ek bilgi; Buradaki “Hüve” zamiri
Allah’a raci olursa “Allah onların üzerinde yaptıklarına şahittir”
anlamındadır. Şayet insana raci olursa insan “kendi nankörlüğüne kendisi de
şahittir” anlamına gelmektedir. Her ne kadar dili nankörlük etse de vicdanı
buna şahittir demektir. Dünyada bunu itiraf etmese de ahirette kendi aleyhine
şahitlik ederek günahlarını ve nankörlüklerini itiraf edecektir.(M.Ali
Kaya)]
8-) Ve innehû lihubbil hayri le şediyd;
Kesinlikle
onda zenginlik sevgisi çok şiddetlidir! (A.Hulusi)
08 - Ve
o sevdiği için serveti katıdır, çetindir ona. (Elmalı)
Ve innehû lihubbil hayri le şediyd
zira o servete pek tutkundur. İşte sebebi geldi, kabalığın ve cimriliğin,
Allah’a karşı küstahlığın temelinde servete tutkunluk yatıyormuş. İllet geldi
burada, tam burada Allah resulünün o muhteşem hadisini hatırlamanın sırası.
Size günahtan bir insan, kötülükten bir insan yapın deseydim kellesinin yerine
neyi koyardınız? Kiminiz şirki koyardı, kiminiz küfrü koyardı, kiminiz zinayı
koyardı, kiminiz hırsızlığı, kiminiz cinayeti.
Ama peygamberimiz neyi koyuyor
biliyor musunuz? Dünyevileşmeyi Hubbüd dünya, ra'sü külli hadıet dünya sevgisi
tüm hataların, tüm günahların, tüm sapmaların başıdır, kellesidir. Onun için
dünyevileşme böylesine korkunç bir tehlike. Tüm sapmaları insanoğlunun
dünyevileşmeden kaynaklanıyor. İnsanoğlu geçiciye kalıcı muamelesi yaptığında
yüceye alçak, alçağa yüce muamelesi yapıyor, zulmediyor yani. Eşyaya
zulmediyor, kendine zulmediyor, Allah’a zulmediyor.
[Ek bilgi; Bu ayette yüce Allah
dünya nimetlerinden olan malı insana faydası olduğu için hayır olarak
nitelemiştir. Mal ve dünya metaı insan için hayır vasıtasıdır. Ancak insan
yanlış düşüncesi ile malı hayra harcamaktan kıskanır, cimrilik eder ve vermez.
Hâlbuki mal hayra ve Allah yoluna harcanırsa hayır olur; aksi takdirde insan
için şerdir. O insan zanneder ki hayatın amacı ve gayesi malı kazanmak ve
servet biriktirmektir. Bu konuda yanılır ve yanlışa düşer.(M.Ali
Kaya)]
9-) Efelâ ya'lemu izâ bu'sire ma fiyl kubûr;
Bilmez
mi (insan),
kabirlerin (bedenlerin) içindekiler deşilip dışarı çıkartıldığında, (A.Hulusi)
09 - Fakat
bilmeyecek mi? Deşildiği zaman o kabirdekiler. (Elmalı)
Efelâ ya'lemu izâ bu'sire ma fiyl kubûr
o insan bilmez mi ki kabirde ki herkes dirilip ortaya çıkacağı zaman. Yani
bilmez mi ki kabirde ki herkes bir gün
gelecek dirilip ortaya çıkacak.
10-) Ve hussile ma fiys sudûr;
Sadırların
içindekiler açığa çıkartıldığında, (A.Hulusi)
10 - Ve
derildiği zaman o sadırdakiler. (Elmalı)
Ve hussile ma fiys sudûr yine o
Allah’a karşı kenûd olan, kaba, saygısız ve cimri olan insan bilmez mi ki
göğüslerde saklı her şey bir gün gelecek ortaya serilecek, yani hiçbir şeyi
saklayamayacak, hiçbir şeyi gizleyemeyecek. Allah’tan ne saklana bilir ki.
Allah göğüslerin özünü bilir. Evet, inneHU
'Aliymun BiZâtissudur. (Örnek;Mülk/13)
Kur’an da birçok yerde. Evet, göğüslerin özünü bilendir, insanın sırrını
bilendir aslında burada ki söylenen bu. 40. odasını en ayrıntılı bilendir. Neyi
saklayacaksın ey insan yer yüzünün kameraları 3 boyutlu çekiyor en çok,
Allah’ın kamerası 3.000.000 boyutlu. Bir işi yaparken ne düşünüyorsun, bilinç
altında ne var, zihninde ne var, kalbinde ne var, niyetinde ne var, iç
güdülerin nasıl hepsini çekiyor. Ve bir gün bu filmler tek tek ortaya açılacak
seyret kulum diyecek kendini seyret.
11-) İnne Rabbehüm Bihim yevmeizin le Habiyr;
İşte o
süreçte Rableri, Esmâ boyutu itibarıyla, onlar olarak elbette Habiyr'dir.
(A.Hulusi)
11 - O
gün o rableri onlara elbette habîrdir. (Elmalı)
İnne Rabbehüm Bihim yevmeizin le Habiyr
elbet rableri o gün onları bekleyen akıbetin iç yüzünden haberdardır. Haberdar
dır çünkü Habiyr dir. Habiyr olan Allah’tan gizlenecek hiçbir şey yok.
Habiyr; çok ilginç, esmadan bir
isim, tek gelmiş burada, bazen Aliym ile birlikte gelir bazen de böyle tek
gelir. Aliym den farklıdır Aliym insan içinde kullanılır. Yani ilm insan içinde
kullanılır Aliym formuyla değil Alim formuyla insan içinde kullanılır. Fakat
Habiyr asla başkası için kullanılmaz sadece Allah için kullanılır. Muhbir
anlamı verenler de olmuş buna haberdar edecektir şeklinde ama benim tercihim
ismi fail, mef’ul değil.
Habiyr başkalarına kullanılmaz
demiştim. Aliym kullanılır, Habiyr kullanılmaz Habiyr; suyun çıkış yerine
deniyor Arap dilinde suyun çıkış noktası yani haberin çıkış noktası haberin
aslı, haberin ta ilk noktası demektir. Habiyr de budur haberin çıkış yerini
bilen. Nereden çıktı bu haber, nasıl çıktı, niçin çıktı, kim için çıktı, kim
sebebiyle çıktı bütün bunları çok iyi bilen demektir Habiyr çıkış noktasını
bilen. Dolayısıyla rabbimiz Habiyrdir yani özünü bilir, O’ndan hiçbir şeyi hiç
kimse saklayamaz. Onun için İnne Rabbehüm Bihim yevmeizin le Habiyr rableri o
gün onları bekleyen akıbetin iç yüzünü bilecek, çünkü onların iç yüzünü
bilecek.
[Ek bilgi; Hüm” zamirinin çoğul
ifade edecek şekilde kullanılması ise “İnsan cinsine” işaret etmek ve tüm
insanların bu özellikte olduğunu ifade etmek içindir. Bu nedenle insandan kasıt
birey değil, insan nevidir.(M.Ali
Kaya)]
Allah’a gizli mi var ki, Ey insan
Allah’tan neyini saklayabilirsin ki. Onun için insanoğlu Allah’tan kaçırmaya
kalkmasın, kaçmaya kalkmasın, en doğrusu Allah’a kaçmak Allah’tan kaçmak değil.
Rabbim kendisinden kaçanlardan
etmesin, kendisine koşanlardan, koşacak yüzü olanlardan, böyle bir hayat
yaşayanlardan kılsın inşaAllah.
Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil
alemiyn
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamd’adır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder