19 Kasım 2010 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (159-167)(11)b



a sayfasından devam



159 - İnnellezıne yektümune ma enzelna minel beyyinati vel hüda mim ba'di ma beyyennahü lin nasi fil kitabi ülaike yel'anühümullahü ve yel'anühümül laınun.



        Kitapta apaçık bildirdiklerimizden sonra kim ki o işaret ve hidâyet vesilelerini gizlerse, işte Allâh onlara lânet eder (Allâh'tan uzak düşerler), lânet edebilecek herkes dahi lânet eder (yani hem bâtından hem de zâhirden gelen bir Allâh'tan ayrı düşmenin sonuçlarını yaşarlar). (A.Hulusi)



 İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler. (Elmalı)





İnnellezıne yektümune ma enzelna minel beyyinati vel hüda mim ba'di ma beyyennahü lin nasi fil kitab İnsanların önüne kitap aracılığı ile hakikati rehberlik delillerini ve apaçık belgeleri koyduktan sonra o belgeleri, hakikatin apaçık belgelerini gizleyenler var ya? ülaike yel'anühümullahü ve yel'anühümül laınun İşte onlar Allah’ın lanetine uğrayacaklar. Onlar Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. ve yel'anühümül laınun ve lanet etme yeteneğine sahip olan her bir varlığın lanetine uğrayacaklardır.



Hakikatin apaçık delillerini ve hidayetin belgesini gizleyenler. Bundan kastın ne olduğunu sanırım tahmin ediyorsunuzdur. Özellikle bu ayetin ilk muhataplarından Yahudilere hitap ediliyor. Onlar Resulallah’ın peygamberliğini kitaplarında gördükleri halde gizlemeye çalışıyorlardı. Ama ayetin, Kur’an ın mesajının evrenselliği gereği ayetin alanı sınırsız ve her şeyi, hatta gizlenen her şeyi bu ayetin kapsamında görebiliriz. Bildiği hakikati herhangi bir gerekçe ile saklayan herkes bu ayetin muhatabıdır. Çünkü bilgiye ulaşmak insanın hakkıdır. Bilgi alma hakkı doğuştan gelen temel bir haktır. Bilgi edinme hakkı. Hele bu bilgi hak bilgi ise, hele bu bilgi insanın ebedi mutluluğunu sağlayan bilgi ise. Bu hakkı ketmetmek, lanete muhatap olmak demektir.



Lanet; Arap dilinde İb’at anlamı verilmiş. Uzaklaştırma, yani dışlama. Onun için bu cümleyi şöyle anlamamız ve çevirmemiz de mümkün. ülaike yel'anühümullah işte onlar, Allah’ın dışladığı kimselerdir. Ve Allah’ın sevdiklerinin de dışladığı kimselerdir.



Allah dışlarsa ne olur? Allah sürgün ederse, Allah dışlarsa, Allah tard ederse bir insana ne olur? Onu kim kurtarabilir. Allah’ın yüzüne bakmadığı, Allah’ın dışladığı bir insan elbette mel’un bir insandır.








160 - İllellezıne tabu ve aslehu ve beyyenu fe ülaike etubü aleyhim* ve enet tevvabür rahıym.



Ancak bunlardan tövbe edenler (yanlışını idrak edip kesin olarak ondan vazgeçenler) ve ıslah olanlar (içinde bulundukları yanlışlar ortamından çıkanlar) ve gerçeği dile getirenler istisnadır. Ben Tevvab ve Rahıym'im (tövbeyi kabul edip, çeşitli güzel sonuçlarını yaşatan). (A.Hulusi)



Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.(Elmalı)



İllellezıne tabu ve aslehu ve beyyenu Ancak tevbe edenler, yani yaptığına pişman olanlar ve halini ıslah edenler, düzeltenler. Ve gizlediği hakikati gizlemekten vazgeçip  açıklayanlar. fe ülaike etubü aleyhim İşte onların tevbelerini kabul edeceğim. Ben de onlara tevbe edeceğim diyor cenab-ı Hak. Allah’ın insana tevbe etmesi nedir? Tevbeyi kabul etmesidir.



ve enet tevvabür rahıym Zira benim tevbeleri kabul eden. Yalnızca benim tevbeleri kabul eden ve merhametli olan. Sadece tevbeleri kabul etmekle kalmam aynı zamanda fazlasını da veririm, çünkü vasfım merhamettir. Rahiym bildiğiniz gibi, eyleminde merhametli olan demektir.





161. İnnellezıne keferu ve matu ve hüm küffarun ülaike aleyhim la'netüllahi vel melaiketi ven nasi ecmeıyn.



Muhakkak ki kâfir olup (âlemlerin ve nefslerinin Allâh Esmâ'sının açığa çıkışı olduğunu  inkâr edenler) ve bu anlayışla ölenlere gelince... İşte Allâh lâneti (Allâh'tan uzak düşmenin sonuçları), meleklerin lâneti (nefslerini Esmâ kuvvelerinden ayrı düşünmenin sonuçları) ve bütün insanların lâneti (onlardan uzak düşmenin sonuçları) onların üzerindedir! (A.Hulusi)



Ama âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlara gelince, işte Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve insanların laneti hep onların üzerine olsun. (Elmalı)





İnnellezıne keferu ve matu ve hüm küffarun Hakikatin üzerini örten. Burada keferu bu. Hakikatin üzerini örten biçiminde veriyorum, kelime anlamıyla veriyorum. Çünkü yukarıda hakikati gizleyenle ilgili bir ayet geldiği için. Hakikatin üzerini örten, ki kefera örtmek demektir. Onun için çiftçiye de kafir derler Arapça da. Toprakla tohumun üzerini örttüğünden dolayı. Kâfir ıstılahi kullanımda Hakkın üzerini örten demektir. Hakikatin üzerini örten ve bunda direnerek ölüp giden. Ölünceye kadar bu halde direnen kimse.



ülaike aleyhim la'netüllahi Tekrar geldi. İşte Allah’ın laneti, yani Allah’ın dışladığı işte bu kimselerdir. vel melaiketi Melekler de dışlar bunları. ven nasi ecmeıyn Ve insanların tamamı da bunları dışlar.



Aslında burada emr-i bil ma’ruf, Nehy-i anil münker gündeme geliyor. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak farzı. Bu İslam’da bir farzdır. Kur’an da birçok ayet bu farzı vurgular. İnsanların, Müminin diyen insanların, insanlığa karşı böyle bir görevleri var. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak. Bunu yapmayan bir insanda hakikati gizlemiş olur ve hakikati gizleyenler gibi Allah’ın dışladıkları arasına girer. Bunu da söylemiş olayım.





162 - Halidıne fıha* la yühaffefü anhümül azabü ve la hüm yünzarun.



        O lânetlerin sonuçlarını sonsuza dek yaşarlar. Bunun azabı asla hafifletilmez ve onlara mühlet (yanlışı düzeltme süreci) de verilmez. (A.Hulusi)



Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azapları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır. (Elmalı)





Halidıne fıha Bu halde kalıcıdırlar. la yühaffefü anhümül azabü ve la hüm yünzarun Onların azabı hafifletilmeyecek. Hafifletilmeyecek, bu azap ne azabıdır. Bu azabın en büyük boyutu Allah’ın dışlamasıdır. Düşünün, ahireti düşünün, mahşeri düşünün. Kimsenin kimseye yardım etmediği o günü düşünün. Öyle bir günde size yardım edecek ve rahmeti sınırsız olan Allah yüzünüze bakmıyor. Bundan büyük azap mı olur. Bu cehennemin ta kendisidir işte. Belki cehennemin ateşi bile, Allah’ın bir insanı; Çekil karşımdan, görünme deyişinden daha hafif bir ateş olsa gerek. İşte azap, azabın en şiddetlisi bu. Onun için de ayet şöyle bitiyor;



ve la hüm yünzarun Ne de kendilerine göz açtırılacak. Göz açtırılmayacak, yani Rahmete bile bakamayacak. Mağfirete bile bakamayacak. Kurtuluşlara bile bakamayacak. Yüzünü kaldıramayacak. Gözünü kaldıramayacak. Pişmanlığın, bitmişliğin, Allah’ın Tard ve lanet etmiş olmasının acısı, pişmanlığı yüreğine öyle oturacak ki, gözünü bile kaldıramayacak.





163 - Ve ilahüküm ilahüv vahıd* la ilahe illa hüver rahmanür rahıym.



        İlâh kabul ettiğiniz, Vahid'dir (TEK'tir, ikincisi olmayan sayılırlıktan berî olan)! Tanrı yoktur, sadece "HÛ" ve Rahman ur Rahıym'dir (herşeyi kendi rahmetinden, Esmâ'sından meydana getirmiştir). (A.Hulusi)



Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir. (Elmalı)





 Ve ilahüküm ilahüv vahıd ve söz tevhide getirildi. Adeta sözün özüne geldik. Tanrınız bir tek tanrıdır. İlahın Türkçedeki tam karşılığı tanrı olabilir. Ancak Allah’ın karşılığı kesinlikle tanrı olamaz. Çünkü Allah müfrettir. Cemisi yoktur. Haşa Allah’lar denilemez, ama ilahlar, alihe biçiminde gelir, denilebilir. Onun için Allah’ın karşılığı değildir. Tanrı. İlahın karşılığıdır ve ben de bunun için kullandım.



la ilahe illa hu O’ndan başka tanrı yoktur. Bu kelime-i tevhit, iyi hatırlayacaksınız. Ancak kelime-i tevhitte La ilahe illallalah diyoruz. Burada “Hu” gelmiş. Kur’an da kelime-i tevhit bu formda yer alır. Hz. peygamberin dilinde La ilahe illallalah biçiminde formunu bulmuştur.



Niçin burada Hu olarak geliyor? Hüve, O Arap dilinde o zamiri iki şeye işaret eder.



1 – uzaklığa,



2 – Aşkınlığa.



Burada ikincisidir. Yani bildiğiniz, aklımıza ve hayalimize gelen her şeyden aşkındır O. Kendisinden başka ilah olmayan O, aklımıza gelen her şeyden aşkın bir varlıktır. İdrakiniz onu kavrayamaz. Aklınız onu kavrayamaz. İşte onun için O, O deniliyor. O burada büyüklüğe delalet ediyor, aşkınlığa delalet ediyor, azamet’e delalet ediyor.



Kelime-i Tevhit bir paroladır dostlar. Özgürlük ve güvenlik parolası. Bu parolayı söyleyen, Allah’ın hükümranlığında ki ülkeye girmiş olur. Bu parola ile Allah’ın emniyet ve güvenlik sınırına dahil olur. La ilahe illallalah diyen uzun bir listenin altına imza atmıştır. Bu liste de Allah’ın tüm emir ve nehyleri yazılıdır.



Onun için bu parolayı söyleyen o sınırdan içeri adım atar. Adım attıktan sonra da artık parolayı söyleyerek girdiği yere bağlıdır. İhanet etmemelidir. Eğer parolayı söyleyerek müminlik sınırından girdiği halde ihanet ederse o zaman düşman olduğu halde parolayı kaçak olarak, çalıntı olarak söyleyen bir casusa döner. Ve Allah’ın güvenlik sınırına kaçak olarak girmiş bir casus muamelesi görür. Çünkü La ilahe illallalah diyen özgürlük ve güvenlik ülkesine sığınmış demektir. Allah’ın garantörü olduğu, garantisi Allah’ın elinde olan özgürlük ve güvenliğe sığınmış demektir. Bunun için de ilahi hayat tasarımına teslim olmak zorundadır.



La ilahe illallalah demek; “Allah’ım benim için çizdiğin hayat programını komple kabul ediyorum.” Demektir. hüver rahmanür rahıym İşte bunun böyle demek olduğunu da bu cümle veriyor. O Rahmandır, O Rahiymdir. Rahman ve Rahiym olmak aynı zamanda kendisine sığınana sonsuz bir merhametle muamele etmek demektir. La ilahe illallalah diyen Allah’a sığınmıştır. Allah’a sığınan ise ebediyen bağışa nail olmuştur.





164 - İnne fı halkıs semavati vel erdı vahtilafil leyli ven nehari vel fülkilletı tecrı fil bahri bima yenfeun nase ve ma enzelellahü mines semai mim main fe ahya bihil erda ba'de mevtiha ve besse fıha min külli dabbetiv ve tasrıfir riyahı ves sehabil müsahhari beynes semai vel erdı le ayatil li kavmiy ya'kılun.



        Şüphesiz ki semâlar ve arzın (gökler ve yeryüzünün - şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (âlemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden âlem sûretlerini seyir hâline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilâhî ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allâh'ın semâdan su inzâl edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzâl ederek hakikatine şuuru olmayan bedende "diri" olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allâh'la meydana gelmesinde); rüzgârları yönlendirmesinde (Esmâ kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); semâ ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)



Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır. (Elmalı)





İnne fı halkıs semavati vel erdı vahtilafil leyli ven nehari vel fülkilletı tecrı fil bahr Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde vel fülkilletı tecrı fil bahr bima yenfeun nase insanlara yararlı yüklerle denize açılan gemilerde. Tercümeyi farklı yaptığımın farkında olmalısınız. İnsanlara yararlı yüklerle denize açılan gemilerde.



ve ma enzelellahü mines semai mim main fe ahya bihil erda ba'de mevtiha ve besse fıha min külli dabbetiv Ve her tür canlının gökten indirdiği suyla kendisiyle ölümünden sonra dirilttiği her tür canlının çoğalmasını sağladığı yağmurlar da.



Gökten indirdiği suyla..! Kendisi ile yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği ve her tür canlının çoğalmasını sağladığı Yağmurlarda. min külli dabbetiv ve tasrıfir riyahı Rüzgarları da dağıtmasında, ves sehabil müsahhari beynes semai vel erdı Gökle yer arasında kendileri için tayin edilen rota da hareket eden bulutlarda, sehab ta. le ayatil li kavmiy ya'kılun  Akleden, kafasını kullanan bir toplum için Allah’ın belgeleri, ayetleri vardır.



Evet, burada birer birer sayılan bu şeyler, aslında kainattaki ayetlerden sadece bir kaçı. Rabbimizin bu ayetle maksadı insanın gözünü kainata çevirtmek. “Söyle ey insan kaldır kafanı, aç gözünü ve bak etrafına, bak…! Eğer Allah’ı arıyorsan etrafına bak. Onun delillerini göreceksin. Onun belgelerini göreceksin. Kâinat ayetlerini göreceksin, kâinat ayetlerini doğru oku. Ayat-ı kainatı okuyamayan, Ayat-ı meknun’u okuyamayan, ayat-ı mestur’u, satırdaki ayetleri nasıl okusun? Onun için önce Ayat-ı meknun’u oku. Kainat ayetini oku. Onu okuman için bir şey gerek..! Kafanı kullanmak, akletmen gerekli.”



Burada akıl çok önemli çünkü; le ayatil li kavmiy ya'kılun  diye bitiyor. Akleden bir toplum için bir ayet vardır. Akletmeyen bir toplum için bunlar hiçbir şeydir. Bir ömür göğü görür, ama göğü okuyamaz. Bir ömür yeşeren ağacı görür, ama onu okuyamaz. Bir ömür yağmurun yağdığına şahit olur, lakin ömründe yağmuru hiç okumamıştır. Dikkatini bile çekmez. En pespaye insan yapısı olan teknolojik aygıtlara hayran olur da, Allah’ın yaptığı direksiz göğe bir kez dönüp te hayran olmaz. Çünkü bakacak göz yok. Anlayacak yürek yok. Akledecek akıl yok. Zihin yok. Onun için farkına varmaz. Farkına varmadığı nimetlerle kuşatıldığı halde Allah’a da şükredemez onun için. Çünkü nimetin farkına varmayan Allah’a nasıl şükretsin.



Akletmek dedim. Akıl; Kelime anlamı itibarıyla Bağ demektir. Okaal..!’ den gelir. Okaal, deve yularına denir. Deveyi bir yere bağlayan ipe Okaal denilir. Akıl, Niçin akıl denmiştir çünkü



1 – Ya, yüreğin darmadağınık, coşkun duygularını zaptedip bağladığı için akla akıl denmiştir,



2 – Ya da daha önemlisi; Eşyayı Allah’a bağladığı için. Soyutla somut arasında ilişki kurduğu için, görünen den görünmeyeni çıkardığı için. Bilinenden bilinmeyeni çıkardığı için. Kıyas yapabildiği için. Gözlemleyip deneyle sahip olduğu bilgilerden yola çıkarak, gözlemleyemediği, duyguların erişemediği hakikatleri kavraya bildiği için, bu bağı kurduğu için akıl denmiştir. Akıl aşkın hakikatlerle, içkin gerçekler arasındaki bağı kuran, harika bir, nurani bir melekedir.





165 - Ve minen nasi mey yettehızü min dunillahi endadey yühıbbunehüm ke hubbillah* vellezıne amenu eşeddü hubbel lillah* velev yerallezıne zalemu iz yeravnel azabe ennel kuvvete lillahi cemıav ve ennellahe şedıdül azab.



        İnsanlardan kimi de Allâh dûnunda tapındıkları varlıklar edinip, onları Allâh sevgisiyle (Allâh'mışçasına) severler! İman edenler ise sevdiklerinin yalnızca Allâh olduğunun şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler). O (hakikati inkâr ederek nefslerine) zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini gördüklerinde, âlemlerden açığa çıkan kuvvetin yalnızca Allâh'a ait olduğunu fark ederler, ama iş işten geçmiştir; keşke bunu önceden görebilselerdi... Allâh Şediyd ül Azab'dır (yapılan yanlışta ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)! (A.Hulusi)



İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.(Elmalı)





Ve minen nasi mey yettehızü min dunillahi endaden İnsanlardan öyle kimseler var ki; Allah’ın dışındakileri, Allah’a eş değer olarak görüp, yühıbbunehüm ke hubbillah onları Allah’ı sever gibi severler.



Burada durayım. yühıbbunehüm ke hubbillah Allah’ı sever gibi severler. Allah’a eş değer olarak gördükleri bazı kimseleri, Kimseler dedim, çünkü yühıbbunehüm, Hüm zamiri şuurlu varlıklar için kullanılır. Kimseleri, insanları ne yaparlar? Allah’ı sever gibi severler. Allah gibi severler. Birini Allah gibi sevmek O’nu şirk koşmak anlamına gelir. Allah’a verilecek sevgiyi, Allah dışında bir şeye vermek. Sevgi israfı diyorum ben buna. Sevgiyi çar çur etmek. Sevgiyi hovardaca harcamak diyorum.



Aslında bu sevgi değil, tutkuya dönüşür. Eğer Allah’a verilecek sevgiyi Allah’tan başkasına verirseniz o sizi tutuklayan tutku olur. Yüreğinize zincir, yüreğinize kelepçe, yüreğinize bukağı olarak bağlanır. Çünkü sevgi özgür kılardı insanı. Sevgi özgürlüktür. Ancak sevgi tutkuya dönüşürse o zaman tutukluluk olur. O zaman kölelik olur.



İşte Allah’a yönelteceğiniz sevgiyi kul’a yöneltirseniz bu sevgi sizi tutuklayan, sizin özgürlüğünüzü elinizden alan, sizi kula kul eden bir zincir olacaktır. Burada bu söyleniyor.



Hub kelimesi ile ifade ediliyor ayette sevgi. Hub, tohum demektir. Çekirdek demektir, öz, nüve demektir. Öyle değil mi sevgi. Sevgi tohum değil mi? Bir tohum ki bire sonsuz verir. Hangi tohum bire sonsuz verebilir ki? Yüreğe sevgi girdiği zaman, bire sonsuz verir, çünkü yüreğin yüz ölçümü sonsuzdur. Eğer tabii ki bu sevgi sonsuza duyulan bir sevgi ise.



Burada iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Allah gibi sevmekle, Allah için sevmek. Yoksa insanları sevmenizde bir beis yok. Çocuğunuzu, eşinizi, sevdiğiniz dostlarınızı sevmenizde bir beis yok. Lakin bu sevginizin illeti nedir. Bu soruyu soracaksınız. Niçin seviyorsunuz? Niçin sorunuzun karşılığı Allah için olmalı. Bir sevginin ömrünü, onun niçindi tespit eder. Ölümsüz için duyulan sevgi de ölümsüzdür. Sevginizi ölümsüz kılmak istiyorsanız, illetini ölümsüze bağlayın. Allah için sevin çünkü Allah ölümsüzdür. O zaman sevginiz de ölmez.



Unutmayın, dünyada ibadet biter ama muhabbet bitmez. Muhabbet ahirete gider. Ahirette ibadet yoktur, ancak muhabbet vardır. Cennette muhabbet devam edecektir. Onun için muhabbet öldükten sonra ölmeyen tek şeydir. Muhabbet, dünyada kalmayan tek şeydir. Sevgi işte böyledir. Evet, Allah’ı sever gibi sevmenin cezası ne imiş?



vellezıne amenu eşeddü hubbel lillah İman eden kimselerse en çok Allah’ı severler. Buradan tersinden mefum muhaliflinden çıkarıyoruz.



Allah gibi sevenler İman etmeyen kimselerdir. (..?) Bu çok önemli. Çünkü iman eden kimseler en çok, en çok Allah’ı severler. Bu önemli. En çok Allah’ı seviyorsa, Allah’ı önceliyor, hayatının merkezine Allah’ı yerleştiriyor demektir. Bir şeyi Allah gibi seviyorsa onu hayatının merkezine yerleştirmiş demektir. Bu çok önemli. İnsan sevgisini verdiğine her şeyini verir. Hayatınızı vereceğiniz ve harcanmayacak en büyük kapı kimin kapısı olabilir ki? Hayatınızı verince harcamayacak tek kapı Allah’ın kapısıdır. Size hayatınızı zenginleştirerek geri iade edecektir. Ama eğer hayatınızı insana verirseniz, harcayacaktır. Sizi harcayacaktır. Onun için Allah’a verilen sevgi, fazlasıyla döner. Nasıl döner? Vedud ismiyle döner. Allah’ın Kur’an da anılan isimlerinden biridir.



El Vedud, ne demektir? Seven, feul vezninden gelir. Bu veznin özelliği, Çok ilginç bir özelliği var. O da hem etken, hem edilgen olmasıdır. Aynı zaman da sevilen manasına gelir. Sevilen ve seven. Hem sever, hem sevilir. İşte Allah’a kul olarak kendi çapımızda gönderdiğiniz sevgi, size Allah kadar dönecektir. Çünkü Allah’ta Allah kadar sever. Allah kadar sevilmek dururken niçin kul kadar sevilmeye razı olacaksınız ki? Bundan büyük kayıp olabilir mi? Bundan büyük yenilgi, bundan büyük ziyan, bundan büyük iflas olabilir mi?



velev yerallezıne zalemu iz yeravnel azab Kendilerine kötülük edenler, zalemu yu, kendilerine kötülük edenler olarak çeviriyorum. Çünkü kimse Allah’a kötülük edemez. Eden kendine ettiği için, kendilerine kötülük edenler azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, ennel kuvvete lillahi cemıan Keşke tüm kuvvetin Allah’a ait olduğunu da görselerdi. Kendilerine kötülük edenler azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi keşke tüm kuvvetin Allah’a ait olduğunu da görebilselerdi. ennel kuvvete lillahi cemıan ve ennellahe şedıdül azab. Ve keşke Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu görebilselerdi.



Keşke…!’ Keşke görebilselerdi. Gerçekten biz de çok isterdik. Onun için bu gayretimiz, onun için bu ıstırabımız, onun için bu didinmelerimiz, çalışmalarımız.





166 - İz teberraellezınet tübiu minellezınettebeu ve raevül azabe ve tekattaat bihimül esbab.



        Kendilerine tâbi olunanlar, tâbi olanlardan, ortaya çıkacak azabı görüp uzaklaşmışlardır o zaman. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla aralarındaki bağ da kopmuştur! (A.Hulusi)



O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlar ve aralarındaki bütün bağlar parça parça kopmuştur.(Elmalı)





İz teberraellezınet tübiu minellezınettebeu Ayete bakın ve raevül azabe İlahlaştırılanların, ilahlaştıranlara sırt döndüğü o zaman gelip te raevül azabe azabı da görünce ve tekattaat bihimül esbab Birbirleri arasındaki bütün ilişkiler kökten kesiliverecek. Yani birbiri arasındaki bütün ilişkiler kökten kopuverecek, kesilecek. Azabı görünce. Kim bu birbirleri arasındaki ilişkilerden kastedilen; İlahlaştıranlar la, ilahlaştırılanlar. Evet, kökten kesiliverecek.



Öyledir değil mi, dünyada birbirlerini ilahlaştıranlar, dünyada sevgilerini yanlış adrese yönlendir ipte, hem kendilerini hem de sevdiklerini helak edenleri bir düşünsenize. Düşünün, bazı insanlar kendilerini niçin ilahlaştırırlar, çünkü onları ilahlaştıran zavallılar var, putlaştıranlar var. O putlaştıranlar karşılarındakine şöyle bir zehaba kapılmalarına sebep olurlar. Bunlar bizi ilahlaştırdığına göre galiba bizde de bir ilahlık olsa gerek..! Diye düşünürler ve diğerleri bunlar için şeytanın görevini görür. Şeytanın vazifesini yapmış olur. Onları da saptırırlar.



Ya da tersi olur. Bazen kendilerini putlaştırırlar önce, sonra da kendilerini putlaştıracak, put kabul edecek zavallılar devşirmeye çalışırlar. Zorla yapmaya çalışırlar bazen. Bazen, zorla kendilerini sevdirmeye kalkarlar. Zorla gönüllere kelepçe vurmaya kalkarlar. Zorla kendilerini ilahlaştırmaya çalışırlar. İşte ayetin kastettiği bu.



İlahlaştırılanların, ilahlaştıranlara sırt döndüğü o zaman gelip te azabı görünce birbiri arasındaki bütün ilişkileri kökten kesiliverecek ve devam ediyor;





167 - Ve kalellezınet tebeu lev enne lena kerraten fe neteberrae minhüm kema teberrau minna* kezalike yürıhimüllahü a'malehüm haseratin aleyhim* ve ma hüm bi haricıne minen nar.



        (Endada) tâbi olmuşlar: "Keşke bize fırsat verilseydi de yaşadıklarımızı bir kere daha yaşasaydık, bu defa tâbi olduklarımızın bizden uzaklaşması gibi biz onlardan uzaklaşsaydık" derler. Böylece Allâh onlara yaptıklarının sonuçlarını acı pişmanlıklarla gösterir. Onların içlerinden gelen pişmanlık yanışının sonu gelmez! (A.Hulusi)



Onlara uyanlar da şöyle demektedirler: "Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış hasretler (pişmanlık ve üzüntüler) halinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir. (Elmalı)





Ve kalellezınet tebeu İlahlaştıranlar diyecekler ki; lev enne lena kerraten keşke bir imkanımız olsa da fe neteberrae minhüm kema teberrau minna Onların bize sırt döndüğü gibi biz de bugün onlara sırt dönseydik, keşke bir daha dünyaya dönseydik, bir daha yaratılsaydık, tekrar hayata geri döndürülseydik te, onların bugün bize sırt döndüğü gibi biz de dünyada onlara sırtımızı dönseydik ve onları putlaştırmasaydık.



İşte bu derin pişmanlık. Düşünebiliyor musunuz? Bir manzara gözünüzün önüne bir pencere açıyor Kur’an. Bir tarafta putlaştıranlar, bir tarafta putlaştırılanlar. Sahte ilahlar. Birbirlerini putlaştırmışlar ve orada karşılaşıyorlar. Putlaştıranlar, putlaştırdıklarını zavallı bir halde görüyorlar. Görüyorlar ki ilahlaştırdıkları o zavallıların kendilerine dahi faydası yok. Ve hatta sırtlarını dönüyorlar. İlahlaştırdıkları kendilerine. Oysa ki teşekkür etmeleri lazım değil mi ? “Siz bizi ilahlaştırdınız, siz bizi dünyada dünya da bulunduğumuz makamlara getirdiniz, sizin ekmeğinizi yedik, sizin sayenizde yükseldik, sizin sayenizde önde gittik..!” Demeleri lazım değil mi? Çünkü onları ilahlaştırmıştılar. Onların omuzlarına basarak yükselmiştiler. Onların omuzlarına basarak dünyada saltanat sürmüştüler.



Oysa ahirette, mahşer de herkesin herkesten hakkını aldığı o günde, Allah’ın hakimi olduğu mahkemede, onlar sırtlarını çevirecekler. Tanımazdan gelecekler. Tanımazdan, görmezden gelecekler. Kendilerini ilahlaştıran o zavallıları. Ve onlar, o zavallılar işte o zaman ellerini, dizlerine vuracaklar; Eyvaahh..! Diyecekler. Ne yaptık biz..! Niçin bu adamları ilahlaştırdık, tepemize çıkardık, bunlar da kendilerini ilah zannettiler. Niçin biz bunlara sevgilerimizi verdik. Niçin Allah’ı değil de bunları sevdik. Bize eğer bugün hiç faydası olmayacaksa, ki kendilerine faydası yok, niçin biz bunları ilahlaştırdık, putlaştırdık…!  Diye dövünecekler. Yazıklanacaklar. Her yazık onlar için bir cehennem ateşine dönüşecek ve onlar yazıklanmalarının çukuruna dalıp gidecekler.



kezalike yürıhimüllahü a'malehüm haseratin aleyhim Ayete bakın..! İşte böylece Allah onlara yaptıklarını derin bir pişmanlığa mahkum ederek gösterecek. Evet, derin bir pişmanlığa, haseratin aleyhim Derin bir pişmanlık, bitimsiz bir pişmanlık, bitimsiz bir aaahhh..! Keşke. Derin bir pişmanlığa mahkum ederek gösterecek. ve ma hüm bi haricıne minen nar. Onlar pişmanlıklarının ateşinden kurtulup çıkamayacaklar hiçbir zaman.



Hemen aklıma Araf suresinin 38. ayeti geldi. Hani orada bu ayette ifade edilenin toplumsal biçimi ifade ediliyor. Ey Rabbimiz deniliyor. Araf suresi -38 de. Bizi bunlar yoldan çıkardı diyecekler. Bizi bunlar yoldan çıkardı, onlara iki kat azap ver dı'fem, iki kat azap ver diyecekler. Putlaştıranlar, putlaştırılanlara.



Peki Allah ne diyecek; Tabii ki mazur değiller. Allah bu mazeretlerini kabul etmeyecek; Hepiniz iki kat azaba müstehaksınız. Diyecek. Hepiniz iki kat azaba müstahaksınız.



Devam ediyor c sayfasına geçiniz.

Bakara (154-176) ayetlerini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder