15 Ağustos 2014 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. BELED SURESİ (01-01) (191-B)a






Yeni suremiz Beled suresi. Beled suresi elimizde ki mushafta 90. sure. Adını ilk ayetinden alıyor, Mekke ye atıf içeriyor, Beled. Yani; Lâ uksimu Bilhâzelbeled bu belde. Bu belde; Kur’an da nerede gelirse hâzelbeled Mekke’dir kesinlikle. Buhari; Lâ uksimu Bilhâzelbeled şeklinde anmış sureyi. Sure Mekki. Kaf ve Tarık sureleri arasında yer buluyor meşhur nüzül sıralamalarında. Bu da yaklaşık 4 -5. yılda indiğini gösteriyor surenin.

Surenin konusu sorumluluk ahlakı, insan vicdanına hitap ediyor sure doğrudan ve yeminle başlıyor. Hem de açık yeminle, yemin lafzıyla başlıyor. kasemle. İbrahim ve İsmail A.S. dan söz ediyor zımnen. Hz. İnsan’a getiriliyor söz en sonunda ve insanın yeteneklerinden bahsediliyor ve sarp yokuştan söz ediliyor Akabe’den. Sarp yokuşun sonunda cennet var çünkü. Eğer insan sarp yokuşu çıkarsa cennete kavuşacak. Sarp yokuş köleliğin tavsiyesi ve bu sure peygamberliğin 4. veya 5. yılında geliyor. Yani Mekke de. Daha peygamberliğin ilk yıllarında gelen bir sure, köleliği bitireceğim diyen bir sure oluyor. Ne diyorsunuz.

Evet, işte böyle, köleliği tavsiye sürecinin başladığını ilan ediyor Kur’an ile. İnsanlık bu yokuşta tıkanmamalı diyor. Bu yokuşu çıkabilir insan, dizinde derman var diyor sure. Haydi bakalım beraberce nerede diyor nasıl diyor görelim.




1-) Lâ uksimu Bilhâzelbeledi;

Kasem ederim şu beldeye (yaşamakta olduğun dünyaya).. (A.Hulusi)

01 - Yu... Kasem ederim bu beldeye. (Elmalı)


Lâ uksimu Bilhâzelbeled ötesi yok. Lâ uksimu ne demek? Aslında lâ nefy için bir edat, olumsuzluk edatı. Tüm konulduğu anlamlar böyle. Yeminle birlikte gelince ne olur? Bazıları Te’kit olur demişler, yani yemini te’kit eder, yemini pekiştirir. Yemini pekiştirmek için bir çok te’kit edatı var Arapça da. İnne gibi gad gibi, legad gibi birçok edat. Ama burada onlar yok. Dolayısıyla Lâ tam da ters, pekiştirmek için kullanılmayacak bir edat. Bahru muhid sahibi demiş ki; Bu beldeye yemin etmem, bu belde yemine değmez. Neden? Çünkü bu beldenin ahalisi Kâbe ye put doldurdu, vahye karşı geldi, peygamberi benimsemedi, taşladı. Onun için de bu belde yemini hak etmiyor manasına gelir demiş Ebu Hayam.

Yine Abduh’un verdiği bir mana var, amme cüzü tefsirinde yemine gerek yok, yemin etmeme gerek yok manasına gelir demiş. Ama fakir kelimelere ve harflere tam olarak konulduğu manaları esas alacak olursak; sözün ötesi yok, işte ben yemin ediyorum, yemin eden benim, ben Allah’ım.

Allah yemin ediyorsa bu sözün ötesi olur mu? Sözün bittiği yer burası değil mi manasına geldiği kanaatindeyim. Kur’an da 8 yerde bu; Lâ uksimu şeklinde yemin gelir. Hepsi de Allah’a isnat edilir, başka hiçbir kimseye isnat edilmez. Dolayısıyla sözün ötesi yok, ötesi yok, işte ben yemin ediyorum bu beldeye, yani Mekke’ye.

        [Ek bilgi Rabbimizin üzerine yeminle söze başladığı bu belde Mekke şehridir. Kitabımızın başka bir âyetinin ifâdesiyle “Ümmü’l Kurâ” şehirlerin anası, ana kent denen temel, asıl, esas olan, yani hepsinin, tüm şehirlerin anası olan bir şehir. İnsanlığın ilk merkezi, şehirlerin ilk merkezi olan Mekke’ye yemin ediyor Rabbimiz. Kâinatın efendisine doğum yeri, dâvetinin merkezi, vahyine iniş yeri yaparak Rabbimiz şereflendirdiği Mekke şehrine ve kendisinin de Beytinin bulunduğu Harem bölgesine yemin ediyor. Madem ki Rabbimiz mekânların en şereflisi, en kutsalı olarak bu beldeye yemin ediyor, öyleyse bu beldenin bizim hayatımızdaki önemi çok büyüktür. O halde biraz tanıyalım bu beldeyi.
        Şehrin çok yakınında Arafat diye bir merkez vardır. Arafat "Arafe" kökünden gelir. İrfanın merkezi, bilgi merkezi, bilgiye ulaşma merkezidir burası. Hacca gidilince bir süre burada vakfe yapılır. İrfana, bilgiye ulaşmak üzere burada bir süre durulur. Bunun mânâsı şudur: Kulluk için önce mârifet, bilgi gerekir. Bilgisiz kulluk mümkün değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun, mü’minin, Allah’a Allah’ın istediği kulluğu icra edebilmesi için kulluk bilgisine ulaşması gerekmektedir. Onun içindir ki mutlaka durup bir süre ilme zaman ayırmalıdır. İşte Arafat’taki vakfe bunu anlatır. Mü’min irfana ulaşma, kulluk bilgisini elde etme makamındaysa o anda Arafat’ta bulunmaktadır. Mü'min Kur’an’la, sünnetle, vahiyle beraber olarak bilgi sahibi olacak. Bilgi nedir? Bilgi ya ilimdir, ya zandır. Hayatta geçerliliği olan, hayata intibakı olan, amele dönüştürülen, yani insanı amele sevk edene ilim, öbürüne de zan diyoruz.
        Arafat’ta irfana ulaştık. Peki hep bekleyecek miyiz burada? Yani hep ilim mi öğreneceğiz? Hayır, bir süre sonra Arafat’tan Meş’ar’e hareket edilir. Peki Meş’ar nedir? Meş’ar, bilginin şuura dönüştürüldüğü, bilginin amele döküldüğü merkezdir. Bilginin hiçbir işe yaramayan kuru bir bilgi olmaktan çıkarılıp şuura ve amele dönüştürüldüğü merkezdir. Arafat’ta elde edilen bu bilgiler sonra Meş’ar’de şuur haline gelmeli, amele dönüşmeli, yani bu bilgiler bizim olmalıdır. Onun içindir ki Arafat’ta uzunca durulmaz, uzun süre beklenilmez. Buradan hemen Meş'ar’e hareket edilmelidir. Uzun süre ilim öğrenelim, ilimde şu noktaya ulaşalım da ondan sonra amele başlayalım yok. Hemen Meş’ar’e hareket edilir. Zaten hep hareket halinde değil miyiz mezara doğru?
Meş'ar’de şuurlandık, yani öğrendiğimiz bilgiler amele dönüşerek bizde şuur haline geldi. Bir şey öğrendik, onu hemen kendimize mal etmek, onu derhal uygulamaya koymaktır şuur. Meselâ namazı öğrendik, o anda biz Arafat’tayız. Bu bilgimizle hemen amele koşarsak Meş’ar’deyiz. Bundan sonra da Mina’ya hareket edilir. Mina, kurban kesme, kurban etme mahallidir. Yani Arafat’ta öğrendiğimizi Meş’ar’de uygulamaya koyunca karşımıza çıkabilecek tüm engelleri kurban edecek bir noktaya gelebilmişsek, biz o anda Mina’dayız demektir. Ne tür engeller çıkabilir karşımıza? Dükkan, meslek, okul, toplum, moda, âdetler, töreler, ağa, patron gibi kulluğumuzun karşısına ne tür engeller çıkarsa çıksın onların tümünü kurban edebilecek bir noktaya gelebilmişsek Mina’dayız demektir.
        Meselâ tepeden tırnağa örtünmeniz gerektiğini, Allah’ın sizden böyle bir kulluk istediğini öğrendiniz. Bu kulluk bilgisine ulaştığınız makam sizin için Arafat’tır. Siz o anda Arafat’tasınız. Hemen buradan Meş’ar’e hareket ettiniz. Yani öğrendiğiniz bu bilgiyi şuura dönüştürüp hemen tepeden tırnağa örtündünüz. O anda siz Meş’ar’dasınız demektir. Eğer icra ettiğiniz bu kulluğunuzun karşısına çıkacak baba, ana, koca, âdetler, töreler, çevre, moda ve toplum, okul ve diploma gibi çıkabilecek engellerin tümünü kurban edebiliyorsanız, o zaman siz Mina’dasınız demektir.
Veya meselâ Kur’an’ı, sünneti tanımanız gerektiğini, onları tanımadan Allah’ın istediği gibi bir Müslümanlığın gerçekleşmeyeceğini mi öğrendiniz? Birine İslâm’ı ulaştırmanız, Kur'an’ı ulaştırmanız gerektiğini mi öğrendiniz? Bu bilgiye ulaştığınız yer, yurt, makam, mekân sizin için Arafat’tır. Siz o anda Arafat’tasınız. Vahiyle öğrendiğiniz bu kulluk bilgisini mutlaka yapmanız gerektiğine inanıp onu şuur haline getirin. Onu kuru bir bilgi olmaktan çıkarıp gereğini yerine getirmeye, amele dönüştürmeye çalışın. İşte bunu becerdiğiniz makam sizin için Meş’ar’dır. Bu bilgiyi şuur haline, amel haline getirin ve bu uğurda her şeyinizi kurban etmeye hazır hale gelin. Yani Mina’da, kurban kesme mahallinde, ya da kurban etme makamında bulunun.
        Eğer bunu becerdiyseniz o zaman buyurun Kâbe’ye. Hacda böyle Arafat’la başlayan Mina ile son bulan bir yay çizildikten sonra farz olan tavafı yapmak üzere Kâbe’ye gelinir. Bunu beceren kişi, Allah’ın Beytine girmeye hak kazanmış, Allah’ın konuğu olma şerefine ermiş demektir.
        Şimdi de bu mukaddes beldenin, Mekke şehrinin içinde bulunan Beytullah’ın içindeyiz. Öyle bir Beyt ki, yeryüzünde ilk inşa edilen oydu:

“Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe’dir.”       (Âl-i İmrân 96)
“Biz beyti (Kâbe’yi) insanlar için toplanma, sevap kazanma yeri ve emniyet kıldık.” (Bakara 125)
        “Hatırlayın, İbrahim demişti ki: “Rabbim burasını emin bir belde kıl! Ahalisinden Allah’a ve âhiret gününe îman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır” diye dua etmişti.” (Bakara 126)

        Burası, atamız İbrahim’in, “Ya Rabbi bu belde emin olsun! Emniyette olsun. Yerden ve gökten gelebilecek her türlü belâ ve musîbetlerden emin olsun. İnsanların birbirlerini yediği, zulümlerle haksızlıklarla birbirlerini yok etmeye çalıştığı, birinin diğerine hak tanımadığı bir dünyada yaşadıkları dönemlerde bile bu belde emin olsun, emniyetin sembolü olsun. Bu beldede insanlar huzur içinde yaşasın!” diye dua ettiği kıblemizdir.
       
“Orada apaçık deliller vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur.” (Âl-i İmrân 97)

        Orada Makam-ı İbrahim vardır, siz oradasınız ve emniyettesiniz. Peki ne demek Makam-ı İbrahim’de olmak? Makam-ı İbrahim’de olmak, onun makamında, onun konumunda olmak demektir. Değilse İbrahim makamı orada şöyle on, on beş kişinin ancak sığabileceği bir mekân değildir. Çünkü kitabımızın bir başka âyetinin beyanıyla oraya girenler emniyettedir. Şimdi orada o mekâna on, on beş kadar insanı sığdırıp onları emniyete aldık, diğerleri için ne diyeceğiz? Onlar emniyette değiller mi diyeceğiz? Nasıl anlayacağız bu İbrahim makamını?
Şu anda ben baba makamındayım, şu anda ben koca makamındayım, emretme, nehy etme makamındayım gibi bir ifade kullanılır. Babalığın, kocalığın mekânsal olarak bir makamı, koltuğu olmaz değil mi? Ben şu anda baba olma sorumluluğundayım, ben şu anda koca olma sorumluluğunu taşıyorum demektir bu. İşte İbrahim makamında olmak ta bu mânâdadır. Yani ben İbrahim makamındayım, ben İbrahim’in yükünü yüklenme, O’nun sorumluluğunu taşıma, O’nun misyonuna sahip çıkma, O’nun gibi olma makamındayım demektir.
Eğer o makamdaysan onun yaptığını yapacaksın. Ne yaptı İbrahim (a.s.)? Onun yaptıklarının tamamını şimdi burada anlatma imkânımız yoktur. Kur’an da Rabbimiz uzun uzun onu bize anlatır. Kur’-an’ı okudukça onu öğreneceğiz inşallah. Ama sadece buraya ilişkin olarak diyecek olursak: O, Allah’a kulluğuna engel olan oğlu bile olsa onu Allah adına kesmeye yatırdı. Biz de Allah’a kulluğumuza engel olan her şeyi, baba, ana, karı, koca, çevre, nefis, dükkan, okul, doktora, diploma, makam, mansıp neyse, Allah’a kulluğumuza engel olan ne varsa hepsini kesme adına yatırabiliyor muyuz? İşte biz Makam-ı İbrahim’deyiz demektir. Başka ne var orada?
        Sonra Hz. Adem’den bu yana hiç yalnız kalmayan bir amele yürüyoruz: Tavaf. Tavaf, emre âmâde beklemek, kulluğa hazır beklemek demektir. Rabden gelecek emir ve nehiy her neyse kabulüm demektir. Rabbin kapısının eşiğinde: “Lebbeyk ya Rabbi! Lebbeyk ya Rabbi! Buyur ya Rabbi! Bir arzun mu var ya Rabbi! Bir emrin mi var ya Rabbi! Ben buradayım! Ben senin kapının eşiğindeyim! Ben senin emrine âmâdeyim ya Rabbi” diye emir mahallinde hizmet mahallinde, kulluk makamında dolaşmak, beklemek demektir. Hani bakanların, müdürlerin kapılarının önünde emre âmâde bekleyenler, zile basar basmaz: “Buyurun efendim! Emredersiniz efendim! Bir arzunuz mu var efendim!” diye hizmete koşarlar ya, işte onlardan daha büyük bir şevkle ve istekle Rahmân’ın beytinin eşiğinde, O’nun rızasına koşmak demektir.
Tavafta sadece yürünür. Rahmân’ın Beytinin etrafında yürünür. Öyleyse hac’ta üç şey yapılır: Birisi Arafat’ta duruş, diğeri Müzdelife’de yatış, öbürü de Kâbe’nin avlusunda yürüyüş. Arafat’ta duran, Müzdelife’de yatan kişi burada da yürüyecektir. Tavaf adına yürüyecek. Zaten bizim tüm hayatımızda yaptığımız da bu üç şeydir. Tüm hayatımızda biz bu üç şeyi yaparız. İşte bize maket bir hayat olarak sunulan ömürlük bir ibadet olan haccda da Rabbimiz Arafat’ta durmamızı, Müzdelife’de yatmamızı, Kâbe’de de yürümemizi emrederek tüm hayatımızın örneğini sunmaktadır.
 “Ey kullarım! Tüm duruşlarınız Arafat’taki gibi olsun! Tüm duruşlarınız bilgiye, irfana ulaşma adına olsun, sakın boş oturmayın. Tüm yürüyüşleriniz Kâbe’nin avlusundaki, Rabbinizin huzurundaki yürüyüşleriniz gibi olsun. Tüm yatışlarınız da günaha girmeden Müzdelife’deki yatışlarınız gibi olsun. Her an Allah huzurunda olduğunuzun şuurunda olun. Hep Allah kontrolünde bir hayat yaşadığınızın bilincine erin!”
        Rabbinin huzurunda yürüyorsun. Allah beytinin eşiğinde tavaf ediyorsun. Ama şunu hiçbir zaman unutmamalısın ki, sen bu hareketi ne başlatansın ne de bitirensin. Yani sen bu konuda, kulluk konusunda, tavaf konusunda ne ilksin, ne de sonsun. Bu hareket seninle başlamamış ve seninle de bitmeyecektir. Başlatan başlatmış bu hareketi, sen de bir yerinden katılıp devam edeceksin. Başka ne var o mübarek beldede?
        Kâbe’nin hemen yakınında Zemzem var. Zemzem, rızık konusunu anlatır. Rızkın Allah’tan olduğunu, Rezzak’ın sadece Allah olduğunu anlatır. Sonra Safa ile Merve ve bu ikisi arasında sa'y var. Zemzem, aramak, rızık aramak için çalışma zemini, çalışma kuralı anlatılır burada. Safa ile Merve arasında sa’y edecek, rızık arayacaksın. Ama sadece Safa ile Merve’yle sınırlıdır bu arayış. Yani her yerde çalışmayacaksın, her yerden kazanmayacaksın. Bu işin bir hududu, bu işin durulacak sınırları vardır. Safa’yı öteye, Merve’yi de beriye aşmamak lâzımdır. Allah’ın belirlediği haram-helâl sınırlarını aşmamak lâzımdır.
        Sonra dönüp dolaşıp karşısında sürekli beraber olacağımız, gözümüzü onunla sevindireceğimiz Kâbe var. Çünkü bu bina hidâyet kaynağıdır insanlar için. O bizi hidâyete götürme özelliğine sahiptir. Niye engellenir öyleyse insanlar oradan bilmiyorum. Kâfirler neyse, mü'minler bile engelleniyor şimdi ondan. Kâbe yerde insanın Allah’la irtibatının ilk merkezidir. Hz. Adem’le Havva’nın ilk buluşma yeridir. Hz. İbrahim, oğluyla kaidelerini yükseltmiştir.
        İşte Rabbimiz bu beldeye yemin ediyor. Rabbimiz bu beldeyi göklerin ve yerin yaratılışından beri emin ve mübarek kılmıştır. Allah’ın Resûlü bu hususu bir hadislerinde şöyle anlatır:

        “Allahu Teâlâ bu beldeyi, gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Kıyâmete kadar onun haramlığı Allah’ın haram kıldığı şekilde devam edecektir.”

        Bu beldeyi tanıyın ki o beldede Nebiler Nebisi, Efendiler Efendisi doğmuş, büyümüş. Doğmadan babasını kaybetmiş, doğduktan kısa bir süre sonra annesini kaybetmiş, orada Peygamber olmuş. Vahyin ilk geldiği yerdir orası. İnançlarından dolayı insanların boyunlarına ip takılıp sokaklarında sürükletildiği, kimilerinin kızgın kumların altında işkencelere maruz bırakıldığı, evinden çıkamasın diye peygamberin evinin önüne dikenlerin atıldığı, pazarlarında panayırlarında aman bunu dinlemeyin diye adım adım bir gölge gibi Ebu Leheb ve benzerleri tarafından takip edildiği, Taif’ten kan revan dönerken Mut’-im’in emanında ancak  girebildiği, Şi’bi Ebi Talib’de karantinaya alın-dıkları, boykotlara maruz bırakıldıkları, her santiminde Rasulullah ve ashabının izlerinin, eserlerinin bulunduğu bir şehir…
“Dişsiz mi biri, onu kardeşleri yerdi” diyen şairin anlattığı gibi insanların Kâbe’nin etrafında çırılçıplak tavaf ettikleri, kapıları yok, kapı kolları yok, arabaları, garajları yok, çadırların, hurma liflerinin ev diye insanlara hizmet verdiği bir Mekke. İşte Rabbimiz bu şehre yemin ediyor. Bu beldeye yemin olsun ki (Besâiru-lKur’an- Ali küçük)]

Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
          Beled suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder