5 Haziran 2014 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ‘ABESE SURESİ (08-22) (187-A)c



b sayfasından devam

8-) Ve emma men câeke yes'â;

Ama sana öğrenme hevesiyle gelen o! (A. Hulusi)

08 - Ve amma sana can atarak gelen, (Elmalı)


Ve emma men câeke yes'â yine sözün muhatabının akışı değişti, Fakat büyük bir iştiyakla yürekten ve gönülden sana koşup gelene gelince:


9-) Ve hüve yahşâ;

O haşyet duyuyor! (A. Hulusi)

09 - Haşyet duyarak gelmişken, (Elmalı)


Ve hüve yahşâ ki o Allah’a saygıda kusur etmemişti. Yani Allah’tan hep haşyet içinde, Allah’ın yüceliğinin hep şuuru içinde olmuştu.


10-) Feente 'anhu telehha;

Sen onunla ilgilenmiyorsun! (A. Hulusi)

10 - Sen ondan tegafül ediyorsun, (Elmalı)


Feente 'anhu telehha sen işte onu ihmal ettin, yani ihmal ettiğin kişi böyle biriydi. Allah’tan tir tir titreyen, Allah’ın azametinin farkında olan, Allah’ı tanıyan, Allah’ı bilen, Allah’ı seven biriydi. Fakat sen işte onu, böyle birini ihmal edip öbürüne yöneldin. Yani senin gönlün ona yönelikti, onlar imana ererse Mekke kurtulur. Önde gidenler mü’min olursa arkadan gelenler zaten olur diye düşündün ki bu aslında hepimiz bir parça böyle düşünüyoruz. Bu çok kınanacak bir şey de değil. Ama rabbimiz yine de resulüne böyle düşünmemesini emrediyor, istiyor. İşte pasaj burada bitti ve yeni pasaja giriyoruz. Yeni pasaja girerken de öğütler genelleşiyor.


11-) Kellâ inneha tezkiretun;

Hayır, muhakkak ki o hatırlatmadır. (A. Hulusi)

11 - Hayır hayır zinhar, çünkü o bir tezkiredir, (Elmalı)


Kellâ inneha tezkirah yoo..! böyle yapma, sizde böyle yapmayın ey mü’minler. Ey resulün risalet mirasını üstlenenler, yüklenenler, siz de böyle yapmayın. inneha tezkirah bu (ayetler) bir uyarıdır.  Yani rabbin seni uyarıyor ey nebi, ey alemlere rahmet olan. Bu bir uyarıdır. Hatta biz bunun altında şöyle zımni bir şefkat ifadesini de görüyoruz. Maksat seni üzmek değildir, seni uyarmaktır. Yani Kellâ da biz bunu zımnen görüyoruz. Maksat seni uyarmaktır. Neden? Dost, dostu uyarır. Rabbin senin hasmın değil dostundur, rabbin seni uyarıyor. Sen Ona teşekkür et, sen seni uyarana teşekkür et, yanlış yapmaman için seni uyaran, sana iyilik eden demektir. zımnen böyle bir nükte de görüyoruz burada.


12-) Femen şâe zekereh;

Dileyen Onu hatırlar! (A. Hulusi)

12 - İmdi onu dileyen tezekkür etsin. (Elmalı)


Femen şâe zekereh tabii ki uyarı kabul eden, uyarılmayı dileyene, öğüt almak isteyen kimse için bu bir uyarıdır. Ama öğüt almayan ne kadar uyarırsan uyar, kellim, kellim la yem faağ söyle söyle fayda vermez. Yani yalnız sana değil. Bu son ayet Femen şâe zekereh oradaki “men” in kapsamı hepimizi içine alır. Uyarı alacak, öğüt alacak herkes için burada anlatılanlar bir uyarıdır. Biz de bu uyarıya dahiliz. Bizi uyarıyor rabbimiz aslında. Biz bu ayetlerin sebebi nüzulüyüz.


13-) Fiy suhufin mükerremetin;

Çok şerefli kayıtlardadır, (A. Hulusi)

13 - Tekrim edilir. (Elmalı)


Fiy suhufin mükerremetin bu uyarı, bu öğüdün kaynağı seçkin ve kutsal kayıtlar altında korunmuştur. Kutsal kayıt, seçkin kayıtlar altında. Mükerrameh; aslında kerem, keriym; bir türün en seçkinine en iyisine verilen isimdir, keriym. Dolayısıyla mükerrameh, keriym kılınmış demektir. Kendisinden keriym değil, kendisinden kutsal değil, Allah ona kutsiyet vermiş. Yani onu keriym kılan biri var. Onun içinde o kendiliğinden mübarek değil, o kendiliğinden kutsal değil. Allah onu bereketlendirmiş ve kutsal kılmış. Dolayısıyla Fiy suhufin mükerrameh Burada ki suhuf aslında kayıt manasına geliyor. Yani seçkin kayıtlar altında korunmuştur vahyin kaynağı. Bu şu manaya geliyor; vahyin kaynağını kimse saptıramaz. Vahyin kaynağına kimse tecavüz edemez. Vahyin kaynağını kimse bulandıramaz manasına geliyor.

Bu zımnen de bir Kur’an ın kaynağının ilahi olduğuna dair ‘Abese suresinde bir delilin olduğunu göstermiyor mu? Kur’an ın Allah resulü tarafından yazılan bir vahiy değil, Allah’tan gelen bir vahiy olduğunun delilini görmüyor muyuz. Eğer ResulAllah kendi elleriyle kaleme almış olsaydı, kendi kendisine kızar mıydı? Veya eğer ResulAllah’ın bir şeyleri gizlemek gibi bir hakkı olsaydı gizleyeceği ilk yerlerden biri de burası olmaz mıydı? Çünkü burada ona uyarı yapılıyor (Azar işitiyor) Rabbinden uyarı alıyor. Rabbinden aldığı uyarıyı bize iletmek zorunda. Yani bu ayette aslında Allah Resulünü uyardığım cümleler de Kur’an a girer, çünkü korunmuştur. O manası var.


14-) Merfû'atin mutahheretin;

Ulviyete yükseltilmiş ve tümüyle arınmış! (A. Hulusi)

14 - Yüksek tutulur mutahhar sahîfelerde, (Elmalı)


Merfû'atin mutahherah yüce ve şaibesiz. Mutahherah; tertemiz, şaibesiz bir kelam bu kelam. Bu hitap şaibesiz bir hitap, yüce bir hitap. Yani o hitabı kimse kaynağında bulandıramaz. O hitaba kimse dokunamaz. Kimse oynayamaz onunla.


15-) Bieydiy seferetin;

Sefere'nin (yazıcı meleklerin) elleri (kuvveleri) ile. (A. Hulusi)

15 - Kiramı berabere, (Elmalı)


Bieydiy seferah elçilerin elleriyle taşınan, seferah, sefiyr de oradan geliyor. Büyük elçiye sefir derler. Bieydiy seferah yüce elçilerin. Orada ki kapalı “t” yi biz açarsak böyle bir zımni anlam da alırız. Yüce ve kutlu elçilerin elleriyle taşınan bu mübarek ayetlerin kaynağına kimse müdahale edemez.


16-) Kiramin berereh;

Keriym (şerefli, üstün) ve Barr (daima iyilik ve tâat sadır olan Sefere) (A. Hulusi)

16 - Sefere ellerinde, (Elmalı)

Kiramin berereh türünün en iyisi ve hatasız. Bererah; hatasız. Sıfır hata demektir. çünkü melekler hata yapmazlar. Melekler Allah’a teslim olmuş iradesiz varlıklardır. Yani iradeleri olsaydı hata yapma yetenekleri de olurdu. Allah irade vermemiştir hata yapma yetenekleri olmadığı için. Veya irade vermediği için hata yapma yetenekleri yoktur. sadece emre muti olmakla görevlidirler. Onlar Allah’ın görevlileridirler.


17-) Kutilel'İnsanu ma ekfereh;

Ölesi (de hakikati göresi) insan, ne kadar da inkârcıdır! (A. Hulusi)

17 - O kahrolası insan ne nankör şey, (Elmalı)


Kutilel'İnsanu ma ekfereh insana getirdi sözü ‘abese suresi ve tüm insan soyunun bize, yapısını ele veren bir gerçeği dile getiriyor şimdi. Canı çıkası insan, nankörlükte ne kadar da sınır tanımazdır. Kutile aslında Arap dilinde ölesice, geberesice, canı çıkasıca manasına gelir, tıpkı Türkçede ki kullanımı gibi hem severken hem de döverken kullanılır. Yani bazen severken de söyleriz mesela geberesice deriz. Bazen kızarken de deriz. Arap dilinde de aynen böyle iki yanlı kullanılır.

İnsan nankörlükte ne kadar da sınır tanımaz? Ma ekferah burada ki fiili teaccübi evvel siğa içinde kalıp bu. Yani hayret edilecek kadar nankör bir varlık. Şaşılası nankörlükte bir varlık. Niye bu kadar nankör olur insan? Anlamak mümkün değil gibi bir açılımı var.

        [Ek bilgi; İnsandan sâdır olan her amel/eylem, ya şükürdür veya küfür (nankörlük). Kişinin içinde yüzdüğü bunca nimeti görmezlikten gelip başına gelen bazı musibetleri anması, nankörlük karakterini uyandıran durumlardandır. Yine İnsana ulaşan sıkıntıların ve korkuların ortadan kalkması da nankörlüğün ortaya çıktığı durumlardandır. (Besâiru-l Kur’an- A. Küçük)]


18-) Min eyyi şey'in halekah;

Hangi şeyden yarattı onu? (A. Hulusi)

18 - O yaratan onu hangi şeyden yarattı? (Elmalı)


Min eyyi şey'in halekah peki o Allah insanı neden yarattı? Şöyle bir baksın. Bu nankörlüğüne tağyan olmayan, nankörlüğüne yeter olmayan insan şöyle dönüp de neden yaratıldığına bir baksın.


19-) Min nutfetin, halekahu fekadderehu;

Bir nutfeden yarattı onu; tabiatını oluşturdu! (A. Hulusi)

19 - Bir nutfeden, yarattı da onu biçimine koydu, (Elmalı)


Min nutfetin, bir basit sıvıdan, basit bir damlacıktan yaratıldı. Min nutfetin; öz sudan yaratıldı. halekahu fekadderah  o basit sıvıya Allah nazar etti, öyle bir görev yükledi, öyle bir yetenek bahşetti, öyle bir müdahale de bulundu ki, o, bir yerine bulaşması durumunda kin saydığı insanın, yıkamadan rahat edemediği, içinin rahat etmediği o şeyden muhteşem bir varlık yarattı Allah. Onu da o yarattı,O’ndan yarattı. Aslında burada Min nutfetin aynı zamanda insan türünün yaratıldığı özü gösteriyor. Buna Adem de dahildir. Adem’in de nutfeden, can suyundan, spermden yaratıldığına buradan yola çıkarak hükmedebiliriz.

halekahu fekadderah  ve sonra, onu yarattı halekahu, onu yarattı, fekadderah sonra ona takdir yeteneği bahşetti. Fakirin tercihi bu kelimeye takdir yeteneği, kadderah. Ama bir başka anlamla şöyle de çevirebilirim. Onu yarattı ve onu takdir etti. Yaratmak aynı zamanda zaten takdiri içerir. Onun için kadderahu ona takdir etme yeteneği ona miktar koyma yeteneği verdi. Ki bununla Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ.. (Bakara31) yı yan yana koyabiliriz. Ademe isimlerin tamamını öğretti. Veya Halekal İnsân, Allemehül beyân. (Rahman/3-4) İnsanı yarattı, ona kendini ifade etme yeteneğini verdi, beyanı öğretti. Bunların üçünü yan yana koyduğumuzda fekadderah ibaresine fakirin verdiği mana Allah’u alem isabetli gibi görünüyor. Yani ona takdir yeteneği verdi.


20-) Sümmessebiyle yesserah;

Sonra yolunu kolaylaştırdı ona. (A. Hulusi)

20 - Sonra ona yolunu kolaylattı. (Elmalı)


Sümmessebiyle yesserah sonra ona doğru yolu kolaylaştırdı. Ona doğru yolda yürümeyi, hidayeti bulmayı kolaylaştırdı. Ne ile? 1 - fıtrat verdi, 2 – akıl verdi 3 - irade verdi, bununla da yetinmedi peygamber gönderdi, peygamberlerle kitaplar mesajlar gönderdi daha ne yapsın Allah. Bu kaç kere şefkattir, kaç kere rahmettir, kaç kere mağfirettir. Bütün bunlara aslında nankörlük yapan, küfreden insan bir kere değil kaç kere nankörlük yapmaktadır, kaç kere küfür etmektedir. Nankörlüğü kaç kattır insanın Allah’a karşı söyler misiniz. Ma ekferah (17) bu işte nankörlükte ne kadar da sınır tanımazdır bu işte.


21-) Sümme ematehu feakbereh;

Sonra öldürdü de kabre (bedene) yerleştirdi onu. (A. Hulusi)

21 - Sonra onu öldürdü de kabre gömdürdü. (Elmalı)


Sümme ematehu feakbereh sonra onun için ölümü yarattı ve kabre girmeyi takdir etti. Yani ölümü yarattı ve ondan sonra yolunu kabre düşürttü, kabre uğrattı.


22-) Sümme izâ şâe enşerah;

Sonra onu dilediğinde kabrinden (bedeninden) bâ's eder. (A. Hulusi)

22 - Sonra dilediği vakit ona nüşur verecek. (Elmalı)


Sümme izâ şâe enşerah sonra dilediğinde onu tekrar diriltecek, inşa edecek yaratacaktır. Başlangıçta nasıl yoktan var etmişse, rabbimiz vardan var edecektir. Yoktan var ettiğine inanıp, vardan var ettiğine inanmamak bir çelişki, yoktan var olan insanı, vardan var edeceği konusunda tereddüde düşmek bir başka çelişki. Dolayısıyla yoktan var eden Allah vardan var edemez mi? Böyle mi düşünüyorsunuz. Tabiata bakın, kıştan sonra bahar nasıl geliyor, tabiata bakın geceden sonra gündüz nasıl geliyor. Kendinize bakın, şu yüzünüz 6 ay önceki yüzünüz değil, 6 ayda yüzünüzde değişmeyen hücre kalmıyor. Yani sizin vücudunuzda her an milyonlarca hücre ölüyor, milyonlarcası doğuyor. Bunu görün. Aslında siz ölümün ve hayatın deveran ettiği bir aynasınız. Kendinize bakmayı bir becerebilseniz.

Devam ediyor d sayfasına geçiniz
‘Abese suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder