5 Haziran 2014 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ‘ABESE SURESİ (03-07) (187-A)b


a sayfasından devam



3-) Ve ma yüdriyke le'allehu yezzekkâ;



Ne bilirsin, belki o arınacak! (A. Hulusi)



03 - Ne bilirsin o belki temizlenecek. (Elmalı)





Ve ma yüdriyke le'allehu yezzekkâ (sana gelince ey peygamber. -Parantez içinde böyle bir giriş cümlesi tasavvur edebiliriz- sana gelince ey peygamber) nerden biliyorsun, ve ma yüdriyke, nerden biliyorsun le’allehu yezzekkâ hadi o sana gelen âma arınacak idiyse.



Burada bir uyarı açık. Peki başında ki iki ayet olmadan doğrudan bu uyarıyla başlaması bir problem oluşturur mu? Bizce oluşturmaz. Çünkü gerekçesi biraz sonra zaten önümüze sürülecek. Şöyle bir manzara tasvir edelim; Allah resulüne müşriklerin kodamanlarından birkaç kişi yönelmiş geliyorlar. O anda eş zamanlı olarak bir de gariban bir mü’min geliyor. Üstelik gözleri görmüyor. Gariban mü’minin geldiğini gören müşrik kodamanlar yüzlerini ekşitiyorlar, hoşlanmıyorlar, manzaradan hoşlanmıyorlar, onunla aynı kareye girmekten hoşlanmıyorlar. Allah resulü de onların bu tavırlarından rahatsız oluyor. Ama rahatsız olması âmanın geldiği için.



Neden? Çünkü onlar belki de bu vesileyle imana girecekler, belki Allah resulünü ender dinleme moduna girmişler, burada bu fırsat kaçacak bu adamlar da küfür belasından kurtulamayacaklar diye Allah resulü telaş ediyor. Ve Allah resulünün de hoşuna gitmiyor. Âmanın o anda gelip, belki eş zamanlı gelip bu olayın böyle gerçekleşmiş olması.



İşte Allah resulü bunun için uyarılıyor. Allah resulü âmadan yüz çevirmiş, ondan uzaklaşmış ki tevella yüz çevirip uzaklaşmak demek. Yani sadece yüz çevirmek değil, yüz çevirmek mecazdır. Uzaklaşmak. Allah resulü uzaklaşmaz. Allah resulü böyle bir şey yapmaz. Dolayısıyla uzaklaşan onlar. Yüzünü ekşiten onlar, ama Allah resulü onların uzaklaşmasına üzülüyor ve bu sefer Âmanın gelişini isabetsiz buluyor, zamansız buluyor. İşte ona bir cevap ona bir uyarı olarak geliyor bu ayetler.



[Ek bilgi; Sûrenin nüzul sebebiyle alâkalı din konusunda söz söyleme hakkına sahip olan seleflerimizden müfessir ve muhaddisler bu sûrenin bir hadise üzerine geldiğini söyleyerek bize şu olayı naklederler:

        Bir defasında Allah’ın Resûlü Mekke’nin kalburüstü insanlarını, eşrafı, Mekke’de büyük kabul edilenleri büyük kabul ederek onları huzuruna almış din anlatıyor, tebliğde bulunuyordu. Kureyş’in aristokratlarını ikna edip Allah’ın dinine kazandırabilmek için olağanüstü çaba sarf ediyor, deliller getirmeye çalışıyordu. Onların dine kazandırılmasıyla toplumda dinin yayılmasının hızlanacağı, onların inanmalarının İslâm’a izzet kazandıracağı ümidiyle Allah’ın Resûlü tüm dikkatini, tüm himmetini teksif etmiş, bütün gücüyle onlara yönelmiş, onlara din anlatırken birdenbire iki gözü âmâ olan, gözleri görmediği için de düşe kalka, güçlükle oraya kadar ulaşan İbni Ümmü Mektum çıkagelir ve: “Ey Allah’ın Resûlü! Bana hidâyet yolunu göster! Ben Müslüman olmak istiyorum!” der.

Bu konuda farklı rivâyetler var. Kimileri de bu zatın daha önceden Müslüman olduğunu ve anlayamadığı bir âyetin mânâsını sorduğunu veya “ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğretir misin?” diyerek geldiğini söylerler.

Ya Müslüman olmak için, yahut da Müslümanlığını güzelleştirmek için gelip ResulAllah’tan bilgi ister. Âma olup çevresini göremediği için, yani o ortamda Rasulullah efendimizin kendilerini Allah’ın dinine kazandırmak üzere uğraşıp dil döktüğü Mekke aristokrat grubun farkında olmadığı için veya ResulAllah’ın o andaki meşguliyetinden dolayı bu talebini birkaç kez tekrarlar.

O anda kendince bu müdürdür, bu genel müdürdür, bu amirdir, bu büyüktür, bu reistir, bu liderdir, bu elit tabakadır, bu aristokrattır diye müşriklerin ele başlarını ikna derdiyle kalbi ve kafası dopdolu olan ve onun bu tavrından dolayı çevresindekilerin ürkmesinden endişelenen Allah’ın Resûlü:

“Şimdi bunun sırası mıydı ey Ümmü Mektum?” dercesine onun bu davranışı-nı münasebetsizlik kabul ederek, onun talebini cevapsız bırakarak ısrarla ötekilere yönelişini sürdürür. Zira reislerin, güçlülerin, kalburüstü insanların dine girmesi için çırpınıyordu o anda. İşte Allah’ın Resûlü bu âma kişiyi cevapsız bırakıp ötekilere din anlatmaya devam edince bu sûre nazil olur.

        Bir tarafta reisler var, öbür tarafta kör bir adam. Bir tarafta toplumun üstün kabul ettiği, toplumun değer verdiği aristokratlar, beri ta-rafta toplumda hiçbir değeri olmayan, hiçbir statüsü bulunmayan bir âmâ.

Gerçi Rasulullah efendimizin mâzeretleri vardı. Bir kere Allah’ın Resûlü bilmiyordu. Onların bu âmâya tercih edilip edilmeyeceğini bilmiyordu. Daha önce bu konuda kendisine bir uyarı gelmemişti. Nitekim bu uyarıdan sonra Allah’ın Resûlü asla böyle bir davranışta bulunmadı. Hayatının sonuna kadar bu uyarıdan sonra Rasulullah efendimiz hiçbir fakirin yüzüne surat asmadı, hiçbir kimseye zenginliğinden ötürü özel alâka göstermedi.

Bir de şöyle bir mâzereti vardı ResulAllah’ın. Ümmü Mektum ResulAllah’ın akrabasıydı. Her an onun görüşüp konuşma imkânına sahipti. Yani daha sonra da gelip görüşebilirdi ResulAllah’la. Başka zaman da sorabilirdi soracaklarını.

Ama yine de Allah Resûlü’nün bu davranışında cahiliyyenin değer yargıları vardı. Bunu, Rabbimizin bu sûresindeki tavrından, peygamberini bundan dolayı kınamasından anlıyoruz. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]



[Ek bilgi 2; Bazı tefsirlerde, Efendimiz’in bu hadiseden sonra İbn Ümmi Mektum’u gördüğünde ona ikramlarda bulunarak ‘merhaba ey Rabbimin beni kendisi sebebiyle itab ettiği kişi’ dediğine de yer verilir. (Mesela bkz.: Kurtubî, XIX, 138; Beyzavî, IV, 523.)..

…Yapılan İzahlar Işığında Uygun Bulduğumuz Meâl;
1-2. (Ey Nebi, sen de gördün ki), o (kibirli adam), yanına a’mâ (biri) geldi diye rahatsız olup surat astı ve (sonra) sırtını dönüp gitti. (Prof. Dr. Yener Öztürk
]





4-) Ev yezzekkeru fetenfe'ahüzzikra;



Yahut hatırlatılanı düşünecek de böylece o zikra (hatırlatma) kendisine fayda verecek! (A. Hulusi)



04 - Veya öğüt belleyecek de o öğüt kendine fâide verecek. (Elmalı)





Ev yezzekkeru fetenfe'ahüzzikra ya da senin öğüdün ona verecek, o da öğüt alacak idiyse. Hadi böyle olacak idiyse. Yani sen isabetsiz buldun, âmanın gelişini zamansız buldun, onun gelişini hoş görmedin. Yani keşke gelmeseydi de şu müşrik reislerine İslam’ı tebliğ etseydim dedin içinden. Fakat hangisinin öğüt alacağını ne biliyorsun? Kimin öğüt alacağını ne biliyorsun, bilmiyorsun ki. Ama Allah biliyor. Allah kalpleri görüyor. Sen kalpleri görmüyorsun ama Allah görüyor. Dolayısıyla olanda hayır vardır. Yani onlar yüz çevirip çekip gittilerse, aslında öğüt almaya gelmediler de ondan gittiler. Onun için sen âmaya yönel, sen öğüt alacak olana yönel. Sen öğüdün fayda vereceği kimseye yönel. Onlar zaten öğüt almayacaklardı, yani onlar için üzülmene değmez. Onlar için kendini yıpratmana değmez.



Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn. (Şuârâ/3) mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyordu ya Kur’an. Yani onlar üzülmeye değmeyen adamlar. Sen şu gözleri görmeyen, şu yoksul, şu kabilesi meşhur olmayan adam var ya ona bak. Aslında biz burada ki hikmeti ileriki yıllarda, Medine de nübüvvet iktidarının kurulduğu ve peygamber devletinin neşv ü nema bulduğu Medine de görüyoruz. Bu âma zat Allah resulünün seferleri sırasında tam 12 kez Allah resulünün yerine Medine valisi olarak vekalet ediyor. Demek ki gelecek için bir vali adayı, bir Allah resulünün yerine Medine ye, İslam devletinin başkentine vekalet edecek bir devlet başkanı vekili, yetiştiriliyor aslında.



Rabbimizin baktığı yerden bakınca ne farklı görünüyor. Onun için ilk görünen şeye hükmetmemek lazım kimin geleceğinin ne olduğunu Allah bilir. Demek ki rabbimiz daha o günden Allah resulüne bu zatın madenini gösteriyordu, cins madenini.



Bu ayete şöyle bir mana da verebiliriz; Ev yezzekkeru fetenfe'ahüzzikra veya alacağı öğüdün kendisine yarar sağlayacağını. Yani sen öğüt vereceksin bu bir unsur. Verdiğin öğütte kendisine yarar sağlayacak. Demek ki öğüdün iki boyutu var. 1.- öğüt vermek, 2 – Öğüt almak. Yani öğüt veren peygamber de olsa öğüt alan almadıktan sonra o öğüdün hiçbir yararı olmaz. Burada söylenen bu. Demek ki öğüt almak için iradeyi kullanmak ve öğüt alacak bir irade sergilemek lazım. Yani öğüt veren dünyanın alemlere rahmet olan insanı da olsa, öğüt alan almadıktan sonra kimse öğüt veremez. Evet, öğüt almayana kimse öğüt veremez. Onun içinde öğüt almayan cezayı hak eder. Öğüt almayanın mazereti yoktur. İşte burada söylenmek istenen hakikatte budur.



Burada tercihimiz yudriy fiilinin birike zamiri, diğeri müteakip iki cümle olan iki mefulüyle birlikte tek bir cümle gibi okunması esasına dayanır. Sen sadece öğüt verirsin. Yani ilk iki ayetin muhataplarının farklı 3. ve devamında ki ayetlerin muhatabının da farklı. İlk iki ayetinin muhatabının müşrik reisleri, daha sonraki ayetlerin muhatabının da Allah resulü olduğuna dair okuma tercihimizin gerekçesi de yüdriy fiilinin iki mef’ul alır, Hatta bazen üç mef’ul alır bu fiil. Dolayısıyla iki mef’ulünün birin ke zamiri, diğerinin de müteakip iki cümle oluşuna dayanmaktadır.

Bu ayetlerde kalpleri sen okuyamazsın vurgusu da var. Zaten efendimiz bunu itiraf ediyor. Diyor ki Lem ab as em eşukka alâ kulubinnas ben insanların kalplerini açıp bakmak için gönderilmedim. Yine bir savaş sırasında son anda tevhid kelimesini söyleyen ama öldürülmekten kurtulamayan bir müşrik üzerine; sen demek rabbim Allah’tır diyen birini mi öldürdün ey Usame diye Üsame Bin Zeyd i şiddetle uyarması ve o kadar uyarması ki Hz. Üsame nin keşke bu günden sonra Müslüman olsaydım diyecek kadar yerin altına geçmesi, utanması hadisesinde biz bunu görüyoruz. Üsame dönmüş ve demişti ki;



- Ama Ya ResulAllah o kendini kurtarmak için öyle söyledi. La ilahe illallah dedi. Efendimiz ona dönüp kalbini açıp baktın mı buyurmuştu. Hel şakakte kalbeh; kalbini, yarıp baktın mı?



Ne güzel bir uyarı, hepimiz için. Yani kalbini yarıp bakmadık, kalbini yarıp bakmış gibi muamele edemeyiz. İnsanların kalplerinden geçeni okuma iddiasında olamayız. Biz zahirle amel ederiz. Biz beyana itibar ederiz. Biz insanın özünde güvenli olduğuna inanırız. Kalbini Allah’a havale ederiz. Eğer kandırmaya çalışıyorsa kendini kandırıyordur. Eğer nifaka sapıyorsa o Allah’a ayandır. Allah’ı kimse aldatamaz, kandıramaz. Biz beyana itibar ederiz. Onun içindir ki Allah resulü münafıkların beyanına itibar edip onları İslam toplumunun dışına çıkarmadı vefat edinceye kadar. bildiklerine dahi bunu yapmadı. İşte burada verilen bir başka öğütte bu.



Yine bir başka öğüt daha var. 3. bir nokta seçkinciliği ret, elitizmi reddediyor bu ayetler. Yani toplumun en akıllılarını, en zenginlerini, en varlıklılarını, en yakışıklılarını alalım, gerisi döküntü. Biz toplumu yönetenlere yönelelim, veya toplumun kaymak tabakasına yönelelim, onları gözümüze kestirelim gerisi nasıl olsa süprüntüdür. Bu elitist bir yaklaşımdır. Bu elitizmdir, seçkinciliktir ve Kur’an bunu reddediyor.



Haddi zatında toplumun zayıfları, ezilenleri, mustazafları, ezilmişleri İslam’ın doğal müttefikleridir. Tarih boyunca böyle olmuştur. Tüm peygamberlerin getirdiği ilahi davete ilk uyan toplumun ezilen kesimleri olmuş. onun içinde çağlar üstü doğruların ortak adı olan İslâm’ın doğal müttefiki hep ezilenler olmuştur. Aksine o çok hürmet edilen, kendisine öncelik tanınan toplumun kodamanları en son gelenler olmuş ve gelirken de kendi hislerini kendi kirlerini de paslarını da beraberlerinde getirmişlerdir. Onlar tulâka olmuştur Allah resulünün ifadesi ile Mekke nin fethi günü. Yani salıverilmişlerden olmuşlardır. Asla gönülden teslim olmamışlardır. Gönülden teslim olanları çıkmışsa da çoğunluğu hep sureta, teslim olmak zorunda kalmışlardır.



İşte bu ayetlerin bize verdiği ders sosyolojik olarak toplumu sınıflara bölen bir zihniyeti redir. Toplumun içerisinde öğüt alabilen kim varsa bizim için saygıya değer olan öncelikli olan o olmalıdır. Yani burada ey Müslüman’lar Allah rızası için iş yaptığını söyleyenler, Allah yolunda çalıştığını iddia edenler zengin sevmeyin. Yani zengin sever olmayın.



Zenginden nefret edin değil Allah’a yakın olmanın paranın varlığıyla yokluğuyla alakası yok. Zengin de Allah’a yakın olabilir. Fakir fakir olduğu için Allah’tan uzak yada yakın olmaz. Zengin de zengin olduğu için Allah’tan uzak ya da yakın olmaz. Herkes takvasıyla uzak yada yakın olur. Burada servetin belirleyici olması istenmiyor. Şöhretin belirleyici olması istenmiyor, fiziğin belirleyici olması istenmiyor. Statünün belirleyici olması istenmiyor. Konumun belirleyici olması istenmiyor. Yani insanlara değer biçerken, insanlara dışlarıyla konumlarıyla, statüleriyle değil, Allah’ın yarattığı bir değer, Allah’ın yarattığı bir unsur, Allah’ın yarattığı şerefli bir varlık olarak saygı duyun, değer verin, cebinden değer vermeyin, kesesinden bakarak değer vermeyin. Menfaatinizden bakarak değer vermeyin. Yani yağlı bir av görmüş tilki gibi bakmayın insanlara. İnsanlara bakarken Allah’ın gör dediği yerden bakın öğüdü var burada.





5-) Emma menistağnâ;



Kendini mustağni görene gelince... (A. Hulusi)



05 - Amma istiğnâ edene gelince. (Elmalı)





Emma menistağnâ bizim okuyuşumuza göre ve ikinci ayetlerin muhatabına yeniden döndü pasaj, ve dedi ki; Emma menistağnâ amma şu müstağni kimseye gelince. Kendi kendine yettiğini zannedene gelince. İstiğna bu. Ğaniy görmek kendisini. Kendisini kendisine yeter zannetmek.Neden zannettiğinde diye çevirdim, çünkü kendi kendine yetmez insan. İnsanoğlu kendi kendisine yettiğini zanneder ama yetmez. Bakın insanoğlu  bu manada başkasına muhtaç olma anlamında diğer canlılardan daha zayıftır. Bir inek yavrusu doğar doğmaz yürür de, bir insan yavrusunu yürütmek için aylar, hatta bir yılı aşkın bir zaman boyunca kucakta gezdirmek lazım. Annesine muhtaçtır, bakıcısına muhtaçtır, çevreye muhtaçtır, babaya muhtaçtır. İnsan hep muhtaçtır. Ama kendi kendine yettiğini zanneden, hele bu zan ile Allah’a posta koymaya kalkışan bir tipi düşünün. Bu ayet, ‘abese/5. ayeti işte o tipi getiriyor gözümüzün önüne.



Şirk nedir diye sorsanız tarifim şudur; Şirk insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir.





6-) Feente lehu tesaddâ;



Sen ona ilgi gösteriyorsun! (A. Hulusi)



06 - Sen onun sedâsına özeniyorsun. (Elmalı)





Feente lehu tesaddâ sen bütün ilgini ona yönelttin, ona döndün. Yani kendi kendisine yettiğini zannedene yöneldin, ona döndün, fakat âmaya yöneltmedin. Bu yakışmadı diyor yani. Bu sana yakışmadı. Bunu ey nebim, ey resulüm, ey elçim. Bunu sana yakıştıramadım. Nebiye bir uyarı tabii ki.





7-) Ve ma 'aleyke ella yezzekkâ;



Onun arınmamasından sana ne! (A. Hulusi)



07 - Onun temizlenmemesinden sana ne? (Elmalı)





Ve ma 'aleyke ella yezzekkâ ama onun, berikinin arınmamasının sorumlusu sen değilsin ki. Ve ma 'aleyke ella yezzekkâ yani o kodamanın, o varlıklı müşriğin akıllanmamasının, arınmamasının, temizlenmemesinin ki; tezekki burada çok önemli bir anahtar kelime tezekki. Ella yezzekka. Arınmamasının sorumluluğundan sana ne. Yani sen sorumlu değilsin, seni Allah sorumlu tutmaz. Sen öğüt verirsin, o öğüt alır veya almaz. Almazsa bunun hesabını Allah sana sormaz ki Onun hesabını Allah ona sorar.



Ama bu kelime gerçekten anahtar bir kelime ve bu kelime aynı zamanda öğüt verip, verdiğiniz öğüdün karşılığını almanız. Veyahut ta birinin sizi arındırıp sizi arındırana müspet cevap vererek sizinde arınmanız manasına gelir. Tezekki: kelime olarak, kip olarak bu manaya gelir. Onun için Yetezekka dır aslı mutavaat içindir bu kelime. Mutavaat yani dönüşlü bir fiil. Ne demek? Siz etki yapacaksınız etkinize tepki alacaksınız. Siz arındıracaksınız, arındırmaya çalıştığınız insan da arınacak.



Buradan yola çıkarak kelimenin mutavaat kipinden yola çıkarak vardığımız sonuç tezekki; nefis teskiyesi dediğimiz tezekki sadece tek taraflı bir işlem değildir. Yani kendinizi ölü yıkayıcı elinde ölü gibi hissederek tezekkiye eremezsiniz, tezkiyeye eremezsiniz. Tezekki yapamazsınız. Çünkü mutavaat içindir. Biri sizi yıkayacak, ama siz de yıkanacaksınız. Biri sizi arıtmaya kalkacak ama siz de arınacaksınız. Yani iradeniz mutlaka işin içinde olacak. İradeniz işin içinde olmazsa, mürit olmazsanız, irade etmezseniz, iradenizi kullanmazsanız sizi yıkayanın dünyanın en iyi yıkayıcısı olması, en iyi deterjanlarıyla yıkaması hiçbir işe yaramaz.



İşte aslında kelimenin kökü, yezzekka kelimesi ki aslı yetezekka dır, Mutavaat için bu kipten olması bize sadece temizleyenin iyi olması yetmez, temizlenenin de bu iradeyi sergilemesi lazım manasını verir. Yani gönüllü olacak temizlenmeye. Vahiy temizleyicidir, gerçekten temizleyicidir.



(Kul) innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahid. (Fussilet/6) Allah resulü ben de sizin gibi bir insanım demesi emr olunuyordu. Yani ne var ki bana vahy olunuyor, ben de sizin gibi bir insanım. Demek ki Allah Resulü istediğini temizleyemiyor, onun istemesi yetmiyor ya da. Kur’an da Ebu Talip hakkında indirildiği ifade buyrulan o ayeti hatırlayalım;



İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa. (Kasas/56) sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, hidayete iletemezsin. Fakat Allah dilerse onu hidayete eriştirir. Allah’ın dilemesi içinde kendinin dilemesi lazım. Kendinin dilemesi olmazsa Allah dilemez. Evet,



Ve kulil Hakku min Rabbiküm... De ki Hakk rabbinizden açıkça ortaya çıkmıştır. Hakikat femen şâe felyu'min ve men şâe felyekfür. (Kehf/29)artık dileyen iman etsin, dileyen küfretsin. Bu ve buna benzer bir çok ayetin de gösterdiği gibi, önce dilemek lazım ki Allah’ta dilesin. Allah’ın verdiği iradeyi hidayet istikametin de kullanmayanın hidayetini dilemez Allah. Allah dilememizi istemeseydi, dilemeyi vermezdi, iradeyi vermezdi.



Devam ediyor c sayfasına geçiniz.

‘Abese suresin i toplu olarak BURADA bulabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder